Header Ads

Futbollaşan Hayat

Futbol çağımızın en büyüleyici, en çekici alanı haline geliyor. İnsanların çok önemli bir bölümünün kendilerini bulduğunu düşündüğü, kendilerini ifade etmenin arenası olarak algıladığı çok temel bir bağlamı temsil ediyor futbol. Sevinçlerin, düş kırıklıklarının, umutların, öfkenin, hatta direncin yegâne sahasına dönüşme eğilimindeki futbol üzerinden esasında günümüz koşullarına dair bir çözümleme yapmak mümkün. 1980 darbesinden bu yana politik sahanın etkinsizleştirildiği, yurttaşlık anlayışının tek yönlü –baskı yönünde– değiştirildiği, eşitlik, adalet, erdemlilik gibi ilke ve ideallerin yozlaştırıldığı, hak aramanın aptallık boyutuna düşürüldüğü bir toplumsal bağlamda futbol bütün bastırılmışlıkların neredeyse tek çıkış yolu gibi görünüyor.

Daha büyük saha
 
Kavgaların, hırsların, mücadelelerin gerçekleştiği tek saha neredeyse futbol sahası. Burada sözünü ettiğim elbette futbolcuların oyunlarını oynadıkları saha değil. O saha üzerinden inşa edilen daha büyük bir saha var ve bu saha kültürel sahadan da ekonomik sahadan da elementler içeriyor. Televizyon programları içinde futbol programlarının –spor programları demiyorum– önemli ağırlığı buradaki meselenin anlaşılmasını sağlayabilir. Haber bültenlerinden ziyade futbol bültenlerinin izlenmede rekor düzeylere ulaşması, vahim bir duruma işaret ediyor. Sahada oynanan oyunun estetik yanı, eğlendirici boyutu televizyonlarda yeniden üretiliyor ve elbette bu işlem gerçeğe uymayan ve ona dayanma gereksinimi duymayan bir bağlamda gerçekleştiriliyor. Genelde hayat burada sözünü ettiğimiz sürecin tam tersi yönde akar. Karmaşık, büyük, zor meseleler basit, küçük ve anlaşılabilir bir modele indirgenerek tartışılır ya da açıklanır. Ancak, futbolla ilgili olarak bunun aksi yaşanıyor. 105 metre uzunluğunda ve 68 metre enindeki bir sahada 22 insanın 90 dakika mücadele ettiği bir spor dalı olan futbol, hem mekân hem de zaman açısından akıl almayacak oranda büyür. 22 insanın mücadelesi bir toplumun mücadelesine dönüşür, 90 dakika günlere hatta bazen aylara uzar ve saha artık bütün ülke topraklarıdır. Bu nedenledir ki, futbol bir endüstridir, futbol bir kültürel arenadır. Hatta politik dili ikame etme “başarısını” sağlayacağa benzer bir dildir futbol.

Kolektif aktör

Sınıfsal ve ulusal üyeliklerin oldukça yıprandığı, cemaatlerin, dinsel ve etnik kimliklerin özcüleştirildiği bir dönemde futbolun kolektif bir aktörlüğe soyunması anlaşılabilir bir şeydir. İşçi sınıfı üyeliğiyle burjuva sınıfı üyeliğinin kesişme hatta aşılma noktasıdır futbol. Fenerbahçe’nin şampiyonluğu bir işçi için tekel direnişinden daha önemlidir. Galatasaraylı olmak, yurttaş olmaktan daha “şanlı” bir üyeliğe dönüşmüştür. Daha yaşanılır ve dolayısıyla daha eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplum inşasına duyulan özlem, artık tutulan takımın başarısını arzulamaktan daha basit bir şeydir. Neden futbolda şiddet var ya da neden şiddet artıyor? Niçin taraftarlar bir maç için her şeyi göze alıyor? Hırsın, öfkenin, diğerini dışlamanın arenasına nasıl dönüşüyor futbol? Bütün bu sorular daha önce söylediklerimizin ışığı altında aydınlığa kavuşturulabilir. Politik sahası taleplerin, özlemlerin, projelerin gerçekleştiği ve umutların bağlandığı saha olmaktan çoktan çıkarılmış, sosyal devleti yağmalanmış, adalet duygusu sarsılmış, üniversiteleri sıradan okullara dönüştürülmüş, öğretmenleri ve akademisyenleri entelektüellikten uzaklaştırılmış bir toplumun bütün dertlerini sahada oynanan maçı ülke çapındaki maça dönüştürerek aşmaya çalışması anlaşılabilir bir durum. Niteliğin ve başarının önemsenmediği bir kültüre – neoliberal duruma– koşar adım, düşünmeden ulaşmış, planı düşman ilan etmiş, erdemliliği çağdışı bir “gevezeliğe” indirgemiş bir toplumun sanata, bilime, yaratıcılığa, sıradışılığa prim vermesi düşünülemez.

Sadece izlemek!

Dayanışmayı çoktan dışlamış, yarışmayı ilke edinmiş, kardeşliğin yerine kazandıran ilişkiyi koymuş bir toplum elbette futbolun hırs, mücadele, karşıtlık yönlerini büyük bir sahadaki düşmanlığa ve şiddete dönüştürür. Aslında, kolektif mücadelenin ve bireysel yaratıcılığın bütünleştiği bir “oyun” olarak futbol, keyif verici ve zevk tattıran bir oyundur. Maradona’yı ya da Platini’yi seyretmek ne güzel mutluluktur! Tanju’yu ya da Rıdvan’ı yeteneklerinden ve başarılarından dolayı kutlamak çok insani bir durumdur. Ama hepsi bu! Futbol bir oyundur. Hayatın kendisi de elbette bir oyundur. Ancak, hayat oyununun içinde futbol oyununun kapsamadığı o kadar çok yön ve nitelik var ki! Futbol sahasının devasa bir sahaya dönüştürülmesi hayatın içindeki oyunların küçültülmesini gerektiriyor. Diğer insanlarla ilişki kurmanın yolları, ofsayttan gol atmaya ya da hakemin çalmadığı bariz faule indirgeniyor. Başarılı olmak, “hakemin” tavrına ya da kural ihlaline dayandırılıyor. Bundandır ki, yaklaşan genel seçimler, süper ligdeki şampiyonluk kadar çekici olmuyor. Seçimlerin de hakemleri olduğu, siyasetin kendi iç dinamiklerinden ziyade uzaktaki dinamiklerinin belirleyici olduğu ortaya çıkıyor. Bursaspor’un taraftarlarının Beşiktaş taraftarlarını düşman addetmesi, ölümüne ve öldüresiye ortalığı cehenneme dönüştürmesi ancak futbol sahasının devasa sahaya, hayat sahasına dönüştürülmesi bağlamında anlaşılabilir. Yani, futbolu futbolun dışına taşıyan sorunlar üzerinde durmadan, insanların temsil ve ifade sorunlarına odaklanmadan, futbolun sorun ürettiği ya da şiddeti beslediğini söylemek aşırı basitleştirmedir. Aşırı basitleştirme kuşku yok ki klişeleştirmeden başka bir anlama gelmez. Kısacası, futbol bir oyundur ve üstelik güzel bir oyun ama hepsi o kadar! Hayat futbol sahasının devasalaşmış bir yansıması değildir ya da olmaması için ve “futbolu izlemek” için bir şeyler yapmanın sırasıdır.

İBRAHİM KAYA: Doç. Dr., Dumlupınar Üni.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.