Derbi Bıkkınlığı
Geçen hafta sonu Avrupa’da bir dizi derbi oynandı. Galatasaray-Fenerbahçe karşılaşmasının hararetine en yakın olanı, Rapid’in Austria’yı yendiği Viyana derbisiydi. 1911’den beri oynanan bu derbinin iliğine sosyal-sınıfsal bir rekabet de sızmıştır: İnceci oyunu tercih eden Austria 'burjuva' kulübü olarak; sert, mücadeleci futbola değer veren Rapid işçi sınıfı kulübü olarak serpilmişlerdi zira.
Hafta sonunun en kıdemli derbisi, İsviçre’de Grasshoppers’in FC Zürih’i yendiği Zürih derbisiydi. Doğum tarihi 1897’ye dayanan bu derbide de Grasshoppers daha ziyade şehirli-burjuva zümresinin, FC Zürih işçi-köylü-göçmen kitlesinin gönlündedir.
Cumartesi günü İtalya’da topu topu 11'inci randevusu alınan Verona derbisinin bir geleneği yok ama politik harareti var: Hellas Verona tribünü İtalya’nın en ırkçı tribünlerinden biri, cumartesinin mağlubu Chievo ise ırkçılık karşıtı kampanyaların müdavimi. Macaristan’da Ujpest’le Ferencvaros arasında 111'inci kez oynanan Budapeşte derbisinin ise hem geleneği var hem sosyal tansiyonu yüksek. İlk kez 1905’te oynandı fakat 1950’lerde özel anlamını kazandı. Çünkü Ujpest reel-sosyalist rejimde polisin kulübü olarak kurumlaştı, Ferencvaros tribünleri de 'inadına' rejime karşı her türlü hoşnutsuzluğun sahnesi haline geldi. Günümüzde husumet, bu Cuma geceki maçı kazanan Ferencvaros’un dış mahallelilerin, Ujpest şehir merkezinin takımı olmasıyla da bileniyor. Sırbistan’da Cumartesi günü Rad’ın OFK’yı yendiği karşılaşma ise Belgrad’ın ikincil derbilerindendi, Partizan-Kızılyıldız derbisinin yanında lafı bile olmaz.
Bölgesel derbiler de oynandı hafta sonu. Aynı havzanın sakinlerinin karşılaşması, komşu şehirlerin rekabeti… İspanya’da Malaga-Granada (4-1), yine geleneksiz, ikincil Endülüs derbisinde karşılaştılar (Endülüs Derbisinin hası, Betis-Sevilla maçıdır). Almanya’da Bayern Münih’in bu sezon ligde ilk yenilgisini aldığı Augsburg maçı, bir Bavyera derbisi idi (bu da masum ve ikincil bir derbi, esas Bavyera derbisi Nürnberg-Bayern’dir). Yine Bundesliga’da Aşağı Saksonya derbisinin 148'inci Randevusunda Braunschweig Hannover’i yenerek yanına, küme düşme matematiğinin içine çekti. Hırvatistan’da Rijeka’yla Hajduk Split karşılaşması da Dalmaçya derbisiydi. Aslında eşitsiz bir derbidir ama küçümen Rijeka bu sezon iddialı, nitekim haşmetli rakibini 4-1 yenerek ikincilikteki yerini pekiştirdi.
Özel bir hafta sonu değildi bu; her cumartesi-pazar Avrupa ligleri fikstürlerinden aşağı yukarı bu kadar derbi ayıklayabilirsiniz. Derbi kavramı, İngiltere’de aynı köyün iki mahallesi arasındaki futbol rekabetine dayanıyor. Futbol derken, Orta Çağ usulü futbol: yaklaşık üç mil mesafedeki iki kale (iki değirmen taşı) arasında oynanan, her nevi tekme ve itiş kakışın serbest olduğu, kitlesel bir kavga dövüş halinde top (ve adam) tepilen bir oyun... Ahalinin kurtlarını döktüğü bir karnaval... Modern futbolun ilk derbisi ise 1866’da Nottingham’da Nottingham Forest ile Notts County arasında oynandı.
O zamandan beri derbiler, her ülkede futbolun popülerleşmesinin katalizörlerinden oldular. Aynı şehrin iki farklı camiası arasındaki husumet, futbol içre rekabete ilave bir çeşni katıyordu çünkü, ateşi yükseltiyordu. Hele bu husumet, şehrin 'yukarıdakileri' ve 'aşağıdakileri' arasındaki, diyelim göçmenleri, yoksulları, kenar mahallelileri ile zenginleri, kuvvetlileri, yerleşikleri arasındaki husumeti yansıtıyorsa…
Futbolun endüstrileşmesi denen olgu, ilk aşamalarından yani 1950’lerden itibaren, derbi hammaddesini özenle işlemeye koyuldu. Geçen hafta sonunun derbilerini sıralarken bahsettiğim gibi, zaten bir geleneği olan derbiler de vardı fakat futbol endüstrisi bunla yetinmedi, bol keseden derbi icat etti, futbol medyası derbileri bir 'olay' olarak köpürtmeyi çok sevdi.
Öyle ki, futbolun köpürttüğü rekabet, kimi derbilerin kaynağında gerçekten varolan sosyal-siyasal husumeti bile katlayacak hale geldi. Örneğin kimi Britanyalı yorumcular, Glasgow’daki Celtic-Rangers rekabetinin ardındaki Katolik-Protestan ve Britanyacı-bağımsızlıkçı gerginliğinin aslında epey zayıfladığını, ancak 'derbi kültürünün' bu husumetin ateşine sürekli yeni odun attığını ileri sürüyorlar.
Önceki sene malî nedenlerle dördüncü kümeye düşürülen Glasgow Rangers taraftarları arasında, yarı şaka yarı ciddi, Celtic derbilerinden kurtulduğuna sevinenler var nitekim. Hatta dördüncü kümede karşılaştıkları Queens Park FC maçını, "orijinal Glasgow derbisi" diye bağırlarına bastılar. Queens Park FC de bir Glasgow kulübü. Rangers onlarla 1958’den beri karşılaşmamıştı fakat ilk derbileşmeleri, tâ 1879’a dayanıyor - Celtic’in kurulmasından sekiz yıl önceye!
Düşünün, 'Old Firm' (eski firma, eski müessese) denen Glasgow derbisi, dünyadaki bütün 'dünyanın en büyük derbileri' sıralamasına giren bir derbidir. Rangers taraftarları, bir yanda kuşkusuz özlerken, bir yandan da bıktıklarını fark etmişlerdi 'Old Firm'ü. Bu ikisinin tekeline aldığı ligin her sezonu, Old Firm maçları beklenerek geçiyordu neredeyse; gerisi teferruat gibiydi. Rangerslılar, en azından bazıları, futbol zevkinin derbiye bu kadar odaklanmasının ne kadar yoksullaştırıcı olduğunu fark etmişlerdi. Evet, 'derbi bıkkınlığı' diye bir şey de olabilir hayatta!
Türkiye’de de medyada bu hafta sonu futbol haberlerine baktığınızda, ligimizin 'büyük derbimiz' etrafında dönen bir güneş sistemi olduğunu görürsünüz. Söz gelimi küme düşme mücadelesinde hayati önem taşıyan iki müsabaka, teknik direktörle taraftarların oyun sırasında atıştığı bir maçın draması, 4-3’lük Bursa-Sivas düellosu, Fenerbahçe-Galatasaray’la ilgili magazin haberlerinin küsuratı kadar yer bulamıyor. Bütün diğer takımlar, 'büyük derbiden' önce sahne alıp seyirciyi oyalayan 'ön gruplar' gibi…
Kuşkusuz bunun arkasında, yıllardır 'oligarşik' dediğim futbol rejimi var: Üç İstanbullu’nun dışındakileri teferruatlaştıran bir iktidar, medya ve ekonomi yapısı.
Fener-Galatasaray derbisinin üç gün üç gece sürmesi, Üç İstanbullu içinde de bir hoşnutsuzluğa sebep oluyor. Beşiktaşlılar uzun zamandır, bu derbiyi memleket futbolunun tacı gibi parlatma gayretinin, kendilerini 'buçuklaştırmaya' dönük bir 'operasyona' hizmet ettiğini düşünüyorlar.
Fener-Galatasaray rekabetinin tarihî geleneğini kim inkâr edebilir? Türkiye’de futbol folklorunun en büyük kıymetlerindendir. Evet, 'markadır'. 'Dünyanın en müthiş derbileri' listelerine girdiği doğrudur – ama bu 'best of' derlemelerinin hepsine de almıyorlar. İnanmayı istediğimiz kadar da ilgi çeken bir 'dünya derbisi' değil bu. Türkiye dışında pek bir yerde naklen yayınlanmıyor. Taraftar muhitlerinde, en çok 'deliliğiyle' övünülüyor bu derbinin. Hissedilen nefret derecesiyle övünülüyor. Pazar gecesi Emre Belözoğlu ile bu defa bilhassa Felipe Melo’nun umumi vekâletnamesini almış gibi davrandıkları bir nefret, her yolu helâl gören bir provokasyon harbi…
En çok Partizan-Kızılyıldız derbisine benziyor bu bakımdan. 'Balkanlı' gözü dönmüşlüğünün, dışarıdan bir tür Oryantalist alaycılıkla izlenen sahnesidir orası; 'Batılı gözlemciler' bir Kusturica filmi izler gibi bakar, 'en müthiş derbiler' listesine yazarlar.
Partizan-Kızılyıldız derbisinin, sosyalist dönemin ordu-parti rekabetine uzanan bir sosyal-siyasal kökü var. Bizim büyük derbimizin bir özelliği, böylesi temsiliyetlerden epeyce uzak, tamamen içten tepmeli bir husumete dayanması. Belki çok uzun iz sürerseniz, Bizans’ın atlı araba yarışlarındaki, zaman zaman büyük kargaşalara yol açan Maviler-Yeşiller rekabetine uzanırsınız!
Rangerslıların yaşadığı aydınlanmaya davet etmek isterim herkesi. Onlar, gözleri derbiden başka şey görmez olunca, futbolun gözeneklerinin tıkandığını görmüşler. Başka rakiplerin, değişik eşleşmelerin zevkine varmışlar. Her eşleşme, her maç, kendine mahsus bir meraka elverir. 'Büyük derbinin' zevkimizi ve merakımızı öldürmesine izin vermeyelim.
TANIL BORA
*Al Jazeera'dan alınmıştır.
Tanıl Bora, Ankara Üniversitesi SBF mezunu. İletişim Yayınları’nda editör, Birikim Dergisi yayın koordinatörü. Radikal’de haftalık futbol yazıları yazıyor. Siyasal ideolojilerle ilgili yayınları dışında, futbola dair kitapları arasında Karhanede Romantizm (İletişim, 2006) ve Çizgi Açığı (Turgut Yüksel’le beraber, İletişim, 2013) bulunmaktadır.
Post a Comment