Header Ads

Penaltı atışlarına neden karşıyım?

Ken Loach’un harika filmi ‘Looking For Eric’te, Man United taraftarı Cantona’ya sorar: “En unutamadığın gol hangisi?” Cantona yanıtlar: “En unutamadığım şey bir gol değil bir pas”. Taraftar, ‘Kral’ın Bruce’a verdiği o acayip pası hatırlar hemen. Cantona ekler: “Futbol takım oyunuysa, iyi bir pas takım arkadaşlarına verebileceğin en güzel hediyedir”. Maç içindeki penaltılara takım oyununun bir parçası gibi bakarım. Birçok pas ve hareket sonucu bir pozisyon doğmuş ve golünüz engellenmiştir. Takımdan biri sorumluluk alır, penaltıyı kullanır. Oyunun parçasıdır bu. Bu arada, sadece açık gol şansı olan pozisyonlarda penaltı, ötekilerde serbest vuruş verilmesinden yanayım, o ayrı. Maç içi penaltılar kalecilere de takım oyununa katılma fırsatı verir. İspanya-Paraguay maçında arka arkaya iki kalecinin penaltı kurtarması Dünya Kupası tarihinin en unutulmaz hikâyelerinden biri oldu. Maç sonu penaltı atışlarının ise hikâyesi olmaz. Rulet gibi, basit bir bilgisayar oyunu gibi robotik penaltılar atılır. Orta yuvarlak içinde omuz omuza durmk dışında takım çabası diye bir şey yoktur. Penaltıları gole çevirenlerin adı bile anılmaz. Kurtaran kalecilerin de pek fazla ratingi yoktur. Varsa yoksa kaçıranlar... İtalya’yı 1994’te finale taşıyan üstelik futbola ve futbolculuğa farklı bir bakışı olan Roberto Baggio’nun sadece finalde kaçırdığı penaltıyla hatırlanması bir acımasızlıktır.
Bir gün bir hoca çıkacak, maçı 0-0’a bağla-yacak, tek hüneri penaltı atmak olan iki penaltıcıyı ve tamamen penaltı kurtarmaya göre eğitilmiş bir kaleciyi son anda oyuna sokacak ve kupayı kazanacak. Bir kesim yorumcumuz tarafından da “Ne akıllı adam” diye övülecek. Olmaz demeyin.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.