Header Ads

Hafta-ı Devir: Kölelik, sol'a lazım futbolcu ve Rijkaard'a hürmet..

' Evet, beklenen yine oldu ve Aziz Yıldırım, geçen yılki transfer skandallarını Mehmet Topuz zaferiyle temize çekti. Tükürük, pardon transfer yarışının tartışmasız en büyüğü olduğunu kanıtladı...
Mehmet Topuz çağdaş futbola yatkın çok yönlü bir oyuncu... Ancak çıkış yaptığından bu yana kendini bir milim geliştiremedi. Sorumluluk verildiğinde hem kendini hem de arkadaşlarını geriyor. Kanat varyasyonlarına özel önem verdiğini bildiğim Daum’un elinde işe yarar hale gelebilir. Yoksa, önümüzdeki yıllarda bir başka Topuz transferinde takas olarak kullanılma olasılığı yüksek. Elbette kendisine sorulmadan... Tıpkı Kayseri’den büyük umutlarla alınan İlhan Parlak’ın şimdi Ankaraspor’a veriliyor olması gibi...

Yine beklenen oldu ve Beşiktaş yönetimi, Kayserili yöneticilerin ve Mehmet Topuz’un menajerlerinin para arttırma tuzağına düştü, yanlış yoldan giderek büyük bir beceriksizlik örneği gösterdi. Şimdiki açıklamaların, tükürük yarışında yenilmiş çocuk ağlamasından başka anlamı yok. ‘Futbolcu köle değildir, mal gibi satılmaz’ lafları ise ağızlarına hiç yakışmıyor. Sormadan başka takıma verdiklerinin ve parasını vermeden yolladıklarının adlarını yazsam yazının sonunu getiremem... Bir hafta önce Topuz ‘Beşiktaş duruşuna sahip’, bir hafta sonra ‘Beşiktaş duruşuna sahip değil’!... Aydın Karabulut yönetime karşı çıkıp Bursa’ya gitmeyince ‘Beşiktaş duruşuna sahip değil’, Topuz Kayseri’ye karşı çıkıp ‘Beşiktaş’a gideceğim’ dediğinde ‘Beşiktaşlı duruşuna sahip’!... ‘Duruş’ konusunda bu kadar sık ve çabuk yanılıyorsanız, ya sizin Beşiktaşlılık anlayışınızda ya da duruşunuzda bir sorun var... Kısacası bu bel kemiksiz yönetimden ve yönetim anlayışından kurtulmadan Beşiktaş’ın Beşiktaş olması mümkün değil.'

İbrahim Altınsay

******

Mehmet Topuz transferinin ayrıntılarına artık vâkıfız. İster ‘Ülkücü hiyerarşisi’ deyin, ister güç savaşı, eski Kayserisporlu oyuncu, MHP İstanbul Başkan Yardımcısı İbrahim Cingi’nin devreye girmesiyle (ki kendisi aynı zamanda Fenerbahçe kongre üyesiymiş) Sarı-Lacivertli renklere kazandırıldı. Futbolcuyu daha önce ‘yakın markaja alan’ İstanbul Ülkü Ocakları Başkanı Yüksel Kaleci (ki o da Beşiktaş kongre üyesiymiş), olan bitenden sonra Milliyet’in gelişmeler üzerine görüşünü sorması üzerine, “Açıklama yapmam doğru olmaz, sonuçlanmış bir konudur. Fenerbahçe bir transfer yapmıştır, hayırlı olsun” demiş.
Yıllarca hep siyasetin futbola karışmasından korkuldu. Oysa bu kez denklem tersine işlemiş ve futbol siyasete karışmış. Neyse, bu ülkenin ‘dinamikleri’ böyle ve hayatın kendini ifade alanlarından biri olan futbol da, bu dinamikler üzerinden kendi yolunda yürüyor. Tabii bu manzara karşısında ‘solcu bir futbolsever’ olarak hem düşüncelere daldım, hem de ‘ülkücü hareket’ten öğreneceğimiz şeyler olduğuna kanaat getirdim. Düşüncelere daldım; çünkü mesela Beşiktaş’ın, kendini genel çizgisi itibarıyla ‘sol hareket’e yakın tanımlayan, sıradışı bir taraftar grubu var, biliyorsunuz. 1 Mayıs’larda, faşistlerce katledilen Hrant Dink’i anma toplantılarında, çevreci oluşumlarda, bilumum aykırı çıkışlarda hep Çarşı’yı sevdik saydık. Ama en sıkı taraftar topluluğu böyle olan bir camianın takımına bir transfer, bu oluşumun ‘karşıt’ grubuyla yapılmaya yelteniliyor. Hem de bütün uğraş, ‘sosyal demokrat’ Mustafa Denizli’nin kadrosuna, ülkücülerle haşır neşir bir futbolcuyu monte etmek için... Tuhaf bir durum tabii ki. Öte yandan bu transfer sonrasında da, Sarı-Lacivertli camianın soldaki kanadı, ‘Vamos Bien’ciler, (yani ‘Kara deryalarda bir aydınlık Fenersin’ciler) ya da kendisini ‘Fenerbah‘Che’ esprisiyle ifade eden gruplar, önümüzdeki sezon Topuz’a karşı nasıl bir sevgi besleyecek, bu oyuncuyu nasıl bağırlarına basacak, Haşmet Babaoğlu’nun deyimiyle ‘İşte burası çok önemli’.
Öte yandan işin ilham kısmına göz atarsak; yok mu solu da böyle toparlayacak bir futbolcu Allah için şu âlemde? Metin Kurt, Kemalettin Şentürk, ee, ya sonrası? Geçen hafta Tanıl’ın (Bora) kaleme aldığı ‘Frank Rijkaard güzellemesi’nden, Hollandalı teknik adamın kuşaktaşı Ruud Gullit kadar ‘farklı’ ve ‘sosyal’ bir yapıya sahip olduğunu, ilgi alanlarının genişliğini, meselelere yaklaşımını öğrendik. Dolayısıyla benim en azından önümüzdeki sezona ait bir ‘özel adam’ım var. Fakat, geçmişi 100 yıla dayanan bir spor dalından hâlâ emek ve sol üzerine övünülecek ve de hareketi toparlayacak figürler çıkaramamak, doğrusu hüzün verici. Rijkaard iyi güzel de, sonuçta ‘elin adamı’. Tamam, sol dediğin evrenseldir ve fakat yine de, koca bir hareketi Galatasaray yönetiminin, kararına göre yapılandıramayız ki. Diyelim ki, ligin ilk yarısında Cim Bom döküldü, derbilerde ‘sıfır’ çekti, camiadan ve spor basınından homurdanmalar başlarken ‘Rijkaard düşü’ tuzla buz oldu. Peşi sıra da Surinam asıllı kapı önüne konuldu. Bu durumda, hayal kırıklığımız ikiye katlanmayacak mı? Neyse, toparlarsak Mehmet Topuz transferi, ‘Yok Beşiktaşlıyım, yok eskiden Galatasaraylıydım, yok hep Kayserisporlu kalacağım’lardan çok, ‘saha dışı’ unsurlarıyla beni daha çok etkiledi. Bundan böyle bu transferin ‘siyasal tarihimiz’ açısından da dönüm noktası olacağı kanaatindeyim.'

Uğur Vardan

******

Rijkaard-Jugend. Yani Rjikaard Gençliği, veya Rijkaard Gençlik. 2003’te Almanya’da kurulmuş gayrifedere bir organizasyonun adı bu. Salon turnuvaları düzenlediler, anti-faşist futbol kampanyalarına katıldılar. Futboldaki milliyetçiliğe ve zevki-eğlenceyi öldüren performans baskısına karşı, Rijkaard’ı bayrak yapmışlardı. Bu adı almaları biraz da inadınaydı: Rijkaard’ın, 1990 Avrupa Şampiyonasında Rudi Völler’e salladığı meşhur tükürüğe sahip çıkıyorlardı (Völler 2003’te Alman Milli Takımı’nın teknik direktörüydü). Ama tek saikleri milli takım etrafında yaratılan ‘Almanlık gururuna’ tepki göstermek değildi; Rijkaard’ın Hollanda’ya oynattığı arzulu, erotik futbolu bağırlarına basıyorlardı.
Rijkaard, gerek 36 yaşında üstlendiği Hollanda millî takımında, gerek Barcelona’daki rüya takımında, Sacchi’nin örgütlü savunma oyunuyla Hollanda hücumperestliğinin kıvamlı bir kokteylini yapmayı hedefledi. 2006 Mayısı’nda Spiegel’e verdiği mülakatta, ‘nesnel’ oyun ile ‘oyuncu’-oyunu, futbolun iki ayrı cephesi olarak kaynaştırmak gerektiğini söylüyordu. Nesnel oyunla kastettiği, kendi sözleriyle: ‘Her oyuncunun oyundaki sorumluluğunu ve neticeyi gözeterek oynaması...’ 
FIFA’nın internet sitesinde 2005 Şubatı’nda yayımlanan mülakatında söyledikleri de, Rijkaard’ın taktik zekâya verdiği önemi gösterir: “Uygulanan ofsayt kurallarını gülünç buluyorum. Teknik açıdan kuvvetli ve hücum oynayan bir takımın repertuvarında ofsayt taktiği önemli bir parçadır. Mümkün olduğu kadar ileri çıkar ve savunmalarını da öne sürerler. Buna karşılık, bugünkü kurallara göre rakipten üç oyuncu ofsayttayken onlar müdahale etmeyip başka bir oyuncu topla ilerler ve ofsayttaki o üç oyuncuya pas verirse, nizami bir gol atılabiliyor. Savunmacıların zekice oyununu cezalandıran gülünç bir şey bu.”
Önemini sürekli vurguladığı ‘çalışma’ da, zekâyı içeren bir etkinlik olmalı ona göre: “Çalışmak kısa bir sözcüktür ama birçok farklı şeyi ifade edebilir. Bir teknik direktör oyuncularını çok farklı biçimlerde çalıştırabilir; bazen zihinsel bazen fiziksel. Önemli olan duruma bakmak ve gerek takımın gerek tek tek oyuncuların o sırada neye çalışması gerektiğine karar vermek.”

Tanıl Bora

not: yazılar Radikal gazetesinde yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.