Header Ads

Futbolun 'ideolojik aygıt' olarak işlevi..

Louis Althusser ‘İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları’ adlı kitabında, Devletin İdeolojik Aygıtları’nın (DİA) resmi ideolojinin yeniden üretimine sunduğu katkıyı formüle eder. Bu formülasyonda, sistemin kendisini nasıl her alanda ve fırsatta, devletin ideolojik aygıtlarının aracılığıyla ürettiğine tanık oluruz.
Bir ideolojik aygıt olarak futbolun günümüzde resmî ideolojinin üretimi için gördüğü işlevin izlerini futbol arenasında takip ettiğimizde verimli bir vaha ile karşılaşmak mümkün. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de futbolun ideolojik bir aygıt olarak işlevini açığa vurmak olası.
Futbol, 80 diktatörlüğünün kitlelerin depolitizasyonu amacıyla kullandığı etkili bir mekanizmaydı. Evren cuntasının etkilendiği ve kendisine örnek aldığı, Salazar ve Franco faşist diktatörlükleri bu uygulamayı kendi ülkelerinde etkili bir şekilde uygulayabilmişlerdir.
FETİHÇİ SÖYLEM STATLARDA
Ülkemizde 1990-2000 yılları arasında milliyetçiliğin Kürt sorunu bahane edilerek kitlelere empoze edilmesinde futbol başat rolü oynadı. Milliyetçi-militarist dilin statlardan, sokaklara yayılmasında futbol büyük bir işlevsel rol oynadı. Milliyetçi dilin günlük yaşama angaje edildiği dönemde “Susurlukçu” polis şeflerinin, “devlet için kurşun atanların!” kutsanması futbol eliyle oldu. Örneğin Susurlukçu polis şefi Hüseyin Kocadağ için Fenerbahçe “Hüseyin Kocadağ içimizdesin” pankartıyla sahaya çıkabilmiştir. İstiklal Marşı’nın her karşılaşma öncesi çalınması zorunluluğu da bu döneme rastlar. Anımsanacağı üzere kararı aldıran bizzat Mehmet Ağar ve Tansu Çiller’dir.
2000’lerden sonra ise milliyetçi jargonun yerini neo-Osmancılık aldı. ‘Milli Görüş’ sosuna bandırılmış AKP zihniyetinin iktidara gelmesiyle birlikte, futbol bu seferde neo-Osmancılığın kitlelere sunulmasının aracı haline dönüştürüldü. AKP iktidarı, üretilen neo-Osmanlı söylemin kitlelere benimsetilerek, içselleştirilmesi için popüler kültürün önemli ayaklarından olan futbol endüstrisini devreye soktu. Futboldaki “fatih” “fetih” vurgularının bu dönemde arttığını görüyoruz.
Neo-Osmanlıcılığın futbol aracılığıyla kitlelere benimsetilmesinin izlerini sürerken, karşılaştığımız figürlerin başında, “Viyana Kuşatması”, “Osmanlı torunlarıyız” ve “Fatih Sultan Mehmet” imgesi yer alır. Türk takımlarının yurtdışı karşılaşmalarında ya da her ulusal maç öncesi ve sonrasında “Viyana kapılarına dayandık”, “Üçüncü Türk kuşatması” gibi slogan ve manşetlerde görmek mümkün. Metrelerce uzunluğundaki “İstanbul since 1453” pankartının Fatih Sultan Mehmet posteriyle birlikte statlara asılması ise ağırlıklı olarak bu döneme rastlar.
Bu söylem ve sloganlar Osmanlı özleminin bir anlamda dışavurumu olarak görmek mümkün. Sıradan bir yurtdışı karşılaşmasında bile küçük bir hakem hatasına karşı “Zaten bizi sevmiyorlardı” söyleminin temelinde, Osmanlı’nın şaşaalı dönemine atıf yapılıyor.
Bu kışkırtıcı söylem ve sloganları tutturan gazeteler ve televizyon programları, futbol sahasını da savaş arenasına çevirdi. Geçtiğimiz yaz yapılan Avrupa şampiyonasında, reklamlar ve basın üzerinden nasıl bir fetih harekâtının yürütüldüğünü gördük. “Türkler Viyana kapısında”, “Turcolar Viyana’yı fethetti” gibi sloganlarla sürdürülen fetihçi söylem sokağın olağan dili haline de geldi.
‘FATİHLER VİYANA ÖNLERİNDE’
Örneğin Galatasaray’ın UEFA kupasını aldığı dönemde gazete manşetlerine baktığımızda tarihsel göndermelerle “Fatih Avrupa’yı fethetti’, “Fatih’in aslanları” ya da “Türkler Viyana kapılarına dayandı” söylemlerinin tüm medyayı kapsadığını görüyoruz.
Söylemin sıklıkla kullanılmasının temeline Osmanlı’nın dağılmasının ardından bir tür ‘şizofreninin’ toplumun bilinçaltına yerleştiğini görüyoruz. “Batı bize düşman ve bizi bölmeye yok etmeye çalışıyor” hezeyanlarıyla topluma korku kültürü şırınga edildi. Toprak kaybetme korkusu egemen dile hâkim oldu. Tarihin cilvesine bakınız ki “üç büyükler“ olarak andığımız Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın kuruluşu Osmanlı’nın yıkılma sürecine denk gelir.
Statlar günlük yaşamdaki gerilimlerin yansıdığı bir ayna işlevi görebiliyor. Bu aynada, milliyetçi güruhların başlarına beyaz takke takarak “Hepimiz Ogün’üz” diye bağırmasını, benzer grupların Oğuz Sarvan’ı sıradan bir hakem hatası nedeniyle protesto ederken, “Ermeni Oğuz sana da soykırım!” sloganlarını atarken seyretmek mümkün. Yeşil sahaların yarattığı dokunulmazlık alanı içerisinde, sansürsüz olarak tüm ırkçı unsurların dışavurumunu görüyoruz.
Futbol, kitlelerin bilinçaltının ve özlemlerinin sansürsüz olarak dışavurduğu bir aktivite. Sivas’ın İsrailli futbolcusu Balili’nin Filistin sorunu nedeniyle dini şovenizme muhatap kalması, Gazze saldırılarını bahane ederek, Ankara’daki basketbol müsabakasını basıp İsrailli basketbolcuları lince kalkışan güruhun, kendisine meşruiyet alanı yarattığı yer yine spor, futbol olabiliyor.

İbrahim Varlı/Birgün

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.