Futbol Kültürümüzde Bir Sol Açık: “Forza Livorno”
Türkiye’de endüstriyel futbol karşıtlığı denince akla ilk gelen İtalyan futbol takımı Livorno’nun Türkiye’deki taraftar grubu “Forza Livorno”, forum, dergi ve blog (forzalivorno.org) yayınıyla Türkiye’deki tüm takımlardan ilerici ve solcu futbolseverleri defa buluşturmuş ve halen kullanılagelen bir yayın organı halini almıştı. “Forza Livorno”, son dönemde Tekel ve UPS direnişi eylemiyle yine taraftarlar arasındaki önemini gösterdi ve eylemin en önemli bileşimi oldu.
Forza Livorno yöneticilerinden Suphi Toprak ile yaptığımız sohbetle “Forza Livorno”nun bugünkü durumunu, Türkiye’deki endüstriyel futbol karşıtı taraftarlar arasındaki yerini, işçi direnişlerini, tribünde solcu olmayı, futbol piyasasını ve mücadeleyi konuştuk.
Forza Livorno Forum ve Sol Açık dergisi olarak ilk yayın hayatınızda çok ses getirdiniz. Antifaşist, sosyalist taraftar grubu ve futbolcusu Lucarelli ile ünlü A. C Livorno’nun Türkiye’de duyulmasına, devrimci tribün kültürünün yayılmasına öncülük ettiniz. “Forza Livorno”nun bugüne kadarki yayın ve tribün hayatını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Suphi Toprak: Aslında tek bir cümle bulmak çok zor. Birçok şeyin başlangıcı olduk ve birçok şeyi başaramadık… Düşünsel olarak Türkiye'de endüstriyel futbola karşı grupların oluşmasında veya ilham kaynağı haline gelmesine kaynaklık ettik. Diğer taraftan Forza Livorno, Türkiye'de bir mevcut takımın taraftarı değil. Yani tribünlerde bire bir olma şansı yok; olanlar da kendi grupları içerisinde… Aslında Forza Livorno da şu an bir kimlik arayışı içerisinde. Bu süreci de şu an kendi aramızda tartışıyoruz.
Forza Livorno hâlâ “tribünlerin” takip ettiği bir yayın organı olma özelliğine sahip mi?
ST: Değil… Biz dergimizi düzenli bir yayına çeviremedik. Dergi Forza Livorno’nun aşamadığı sorunların resmidir. Şimdi çeşitli fikirler var, yarı profesyonel olması gibi. Ama benim fikrimce, taraftar gruplarıyla ortak çıkacak bir dergiye dönüştürmek. Belki de ikisinin ortası bir hal alır.
Adanademirspor’un Livorno Futbol Kulübü’yle yaptığı hazırlık maçını sizin sayenizde gerçekleştirdiğini söyleyebilir miyiz?
ST: Bu olay aslında iki taraflı: Biz Livorno'nun Türkiye'de kitlelerce tanınmasında etkili olduk, ama burada asıl emek Adanademirspor ve Şimşekler grubunundur. Adanademirspor eski Başkanı Bekir Çınar, bu konuda Türkiye'de nadir görülen bir şekilde, kendi taraftarlarının isteğini dinledi. Bu olumlu diyalog sayesinde yıllarca unutulmayacak bir maç oynanabildi.
Artık birçok taraftar grubunun “solcu” bölümü ya da solcu taraftar grubu bulunuyor. Bu süreci nasıl açıklıyorsunuz?
ST: Aslında solcular tribünde hep vardı. Ama solun tribünlere bakış açısında biraz da sorun vardı. “Futbol kitleleri uyuştur” genel mantığı içerisinde, futbolu dışlayan bir gözlük vardı. Bu son dönemde kırıldı biraz. Tribündeki solcu insanlar da artık yan yana durmanın tribünlerde de olması gerektiklerini fark etti. Ama fikrimce, bu grupların daha çok genişlemesi ve güçlenmesi gerekmekte… Yolun daha başındayız.
Özellikle Tekel ve UPS direnişi eylemlerinin örgütlenmesinde Forza Livorno önemli yer oynadı. Tribünler desteğe devam edecek mi? Siz nasıl bir rota izleyeceksiniz?
ST: Şimdi baştan şunu belirtmek gerekir ki, tribün grupları partilerin ve sendikaların yerini tutamaz. Böyle bir beklenti tribün gruplarını ve Forza Livorno’yu aşar. Yani kısacası haddimiz değil… Biz aslında tribündeki emekçiler olarak emek mücadelesinde tribünlerdeki ses olmaya çalışıyoruz. Tekel sürecinden başlayarak, biz de emek mücadelesinde yer almaya çalışıyor ve öğreniyoruz. Sokaktan farklı olarak tribünlerde ses olmak daha zor, daha çok engel var aslında.
Genelde tüm tribün grupları olarak çok iyi işler çıkarttık. Tekel mücadelesinde Diyarbakır taraftar gruplarından Göztepelilere kadar çok geniş bir destek ağı oluştu. Ama burada şunu diyebilirim ki, belki de Ankara'da olmanın vermiş olduğu özel durumla Ankaragüçlü taraftarlar hem kitlesel ziyaretleri hem de Tekel işçileriyle beraber bir Galatasaray maçında açtıkları pankart ve polisin saldırısına karşı ortak direnişleriyle, burada tekrar anılması gereken ayrı bir emek verdiler.
UPS mücadelesinde ise, Tekel sürecinden farklı olarak ortak mekanizmaları biraz daha ortaya çıkardık, biraz daha koordinasyonlu yapıyoruz, ama şu anda bile UPS mücadelesinde yer alabilecek grupların bazılarını hâlâ harekete geçiremedik.
Tribünde mücadele etmenin sokağa orana farklı güçlükleri olduğundan bahsettiniz. Tribünlerin mücadeledeki zorluklarından bahsedebilir misiniz?
ST: Örneğin, tribünde pankart açmanın cezası 2 Bin Lira ve altı ay tribün yasağı var. Bir de direk olarak polisin ve polise gerek kalmadan tribündeki diğer grupların saldırısına uğrama ihtimali var. Bu yüzden tribünlerin de aslında bu anlamda demokratikleşmesi gerekli. Bu da ancak taraftar gruplarının ve onların davalarına destek veren tüm kurumların ortak mücadelesiyle olur. Tek taraftarlar da yetmiyor aslında tribünlere ilişkin uygulamaları değiştirmek için.
Sponsorluk, reklam ve transfer politikası gibi konular Türkiye’de daha fazla öne çıkmaya başladı. Türkiye’de futbolun daha fazla endüstriyelleştiğinden bahsedebilir miyiz?
ST: 80’lerin sonuna kadar, futbol yine zenginlerin elindeki bir güçtü. Kulüp başkanları büyük para babalarıydılar. Bu konuda Beşiktaş eski Başkanı Seba başka bir ifadenin adıydı ama genel olarak, futbol dünyasında para hâkimdi… Türkiye’de kapitalizm, Turgut Özal dönemindeki özelleştirmelerin vermiş olduğu kolaylıkla, futbolun aslında bir sanayi olabileceğini fark etti. Bu bir süreçti ve durdurulamayan, rekabetçi anlayışı da körükleyen bir şekilde futbolu iyice sardı. Artık takımın bir parçası olan taraftar yok olmaya başladı, aslında taraftar birer müşteriye dönüştü. Mal alması gereken, sırf bir takımı beğeniyor diye, tüketmek zorunda kalan bir insanlar zincirine dönüştü tribünler. Kim ne kadar takımının mallarından alırsa, o kadar taraftardır diye tuhaf bir anlayışta çıktı. Ben kendim asla bunlardan almadım, ama zaman oldu, sabahın yedisinde stadyum önünde maça girebilelim diye de dikildik. Şimdi benim taraftarlık kıstasım ne?
Senin için taraftarlık kıstası nedir?
ST: Ben tribünlerle tanışmadan öncede bir taraftardım. Mahalle aralarında oynarken ben bir oyuncuydum. Yani taraftarlığın ölçüsü aslında ne satın aldığım formalar, ne de ürünlerdir. Hatta birçok maça insanlar ekonomik durumda da gidemiyor. Yani stadyuma giden taraftar gidemeyen de taraftar değildir. Bu anlayış da yanlış…
Kulüpler yüksek tutarda yeni stadyumlar yapmaya başlıyor. Stadyumları da birer işletme, alışveriş ve iş merkezi faaliyete sokuyorlar. Avrupa’da böyle olduğunu biliyoruz. Sence “yeni futbol alanlarında” emekçileri görebilecek miyiz?
ST: Aslında yeni stadyumlar bir değişimin de simgesi durumunda. Mesela, Fenerbahçe maratonu tabir edilen kesim, ekonomik geliri yüksek olmayan işçilerin ve öğrencilerin çoğunlukta olduğu bir yerdi. Bu tribün doksan dakika susmazdı. Yeni stadyum, locaları ve pahalı biletleriyle Fenerbahçe tribünlerinde bir farklılaşmayı da beraberinde getirmiştir. Olması gereken burada, bilet fiyatlarının asgari ücretlere uygun bir oranda belirlenmesidir ve pahalı biletlere son verilmesi için mücadele edilmesidir. Şimdi Aslantepe var, yakında Şeref Bey Stadyumu’nu (İnönü Stadyumu - E.K) yıkıp, yenisini yapacaklar. Biz emekçilerin ne yazık ki stadyumları değil bu stadyumlar… Fenerbahçe, halkın takımı yerine artık locaların takımıdır. Örneğin, maçlarda Fenerbahçe tribünleri anonsçuya muhtaç kalıyor. Bu bir tribüncü için epey kötü bir durumdur.
Türkiye’de sporda örgütlenme adına Metin Kurt öncülüğünde bir adım atıldı ve Spor Emek-Sen kuruldu. Spor ve mücadele alanında yeni alanların yaratılması spor-emekçiler ilişkisinde nasıl bir yere sahip sence?
ST: Kendi adıma en çok bu olayı önemsiyorum. Çünkü futbol birkaç milyon dolarlık futbolcuların dünyası değil. Türkiye 2. ve 3. Futbol Ligi’nde oynayan birçok oyuncu ve antrenör paralarını alamıyor. Kulüp çalışanları da buna dâhil… Diğer branşlar futbolu da aratıyor.
Spor Emek-Sen bir sendikal oluşum, bizler ise taraftar gruplarıyız. Mücadeleleri ve duruşları ortaklaştırmak gerekli… Ama bazen en basit adımlar bile, gereksiz bir şekilde zorlaştırılıyor. Örneğin UPS mücadelesi için yan yana gelmek için bizim önemsediğimiz tek bir şart vardı. Kim ki UPS işçilerinin direnişi haklı görüyor, o zaman yanların gelmesi gerek, ortak bir duruş olması gerek.
Metin Kurt'a ayrı bir parantez açmak gerekir, Türkiye'de futbol ve sendikal örgütlenme diyince, akla gelen ilk isimdi. Biz gençlerin onun deneyimlerinden öğreneceği birçok şeyin olduğuna inanıyorum.
Emrah Kartal (soL)
Forza Livorno yöneticilerinden Suphi Toprak ile yaptığımız sohbetle “Forza Livorno”nun bugünkü durumunu, Türkiye’deki endüstriyel futbol karşıtı taraftarlar arasındaki yerini, işçi direnişlerini, tribünde solcu olmayı, futbol piyasasını ve mücadeleyi konuştuk.
Forza Livorno Forum ve Sol Açık dergisi olarak ilk yayın hayatınızda çok ses getirdiniz. Antifaşist, sosyalist taraftar grubu ve futbolcusu Lucarelli ile ünlü A. C Livorno’nun Türkiye’de duyulmasına, devrimci tribün kültürünün yayılmasına öncülük ettiniz. “Forza Livorno”nun bugüne kadarki yayın ve tribün hayatını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Suphi Toprak: Aslında tek bir cümle bulmak çok zor. Birçok şeyin başlangıcı olduk ve birçok şeyi başaramadık… Düşünsel olarak Türkiye'de endüstriyel futbola karşı grupların oluşmasında veya ilham kaynağı haline gelmesine kaynaklık ettik. Diğer taraftan Forza Livorno, Türkiye'de bir mevcut takımın taraftarı değil. Yani tribünlerde bire bir olma şansı yok; olanlar da kendi grupları içerisinde… Aslında Forza Livorno da şu an bir kimlik arayışı içerisinde. Bu süreci de şu an kendi aramızda tartışıyoruz.
Forza Livorno hâlâ “tribünlerin” takip ettiği bir yayın organı olma özelliğine sahip mi?
ST: Değil… Biz dergimizi düzenli bir yayına çeviremedik. Dergi Forza Livorno’nun aşamadığı sorunların resmidir. Şimdi çeşitli fikirler var, yarı profesyonel olması gibi. Ama benim fikrimce, taraftar gruplarıyla ortak çıkacak bir dergiye dönüştürmek. Belki de ikisinin ortası bir hal alır.
Adanademirspor’un Livorno Futbol Kulübü’yle yaptığı hazırlık maçını sizin sayenizde gerçekleştirdiğini söyleyebilir miyiz?
ST: Bu olay aslında iki taraflı: Biz Livorno'nun Türkiye'de kitlelerce tanınmasında etkili olduk, ama burada asıl emek Adanademirspor ve Şimşekler grubunundur. Adanademirspor eski Başkanı Bekir Çınar, bu konuda Türkiye'de nadir görülen bir şekilde, kendi taraftarlarının isteğini dinledi. Bu olumlu diyalog sayesinde yıllarca unutulmayacak bir maç oynanabildi.
Artık birçok taraftar grubunun “solcu” bölümü ya da solcu taraftar grubu bulunuyor. Bu süreci nasıl açıklıyorsunuz?
ST: Aslında solcular tribünde hep vardı. Ama solun tribünlere bakış açısında biraz da sorun vardı. “Futbol kitleleri uyuştur” genel mantığı içerisinde, futbolu dışlayan bir gözlük vardı. Bu son dönemde kırıldı biraz. Tribündeki solcu insanlar da artık yan yana durmanın tribünlerde de olması gerektiklerini fark etti. Ama fikrimce, bu grupların daha çok genişlemesi ve güçlenmesi gerekmekte… Yolun daha başındayız.
Özellikle Tekel ve UPS direnişi eylemlerinin örgütlenmesinde Forza Livorno önemli yer oynadı. Tribünler desteğe devam edecek mi? Siz nasıl bir rota izleyeceksiniz?
ST: Şimdi baştan şunu belirtmek gerekir ki, tribün grupları partilerin ve sendikaların yerini tutamaz. Böyle bir beklenti tribün gruplarını ve Forza Livorno’yu aşar. Yani kısacası haddimiz değil… Biz aslında tribündeki emekçiler olarak emek mücadelesinde tribünlerdeki ses olmaya çalışıyoruz. Tekel sürecinden başlayarak, biz de emek mücadelesinde yer almaya çalışıyor ve öğreniyoruz. Sokaktan farklı olarak tribünlerde ses olmak daha zor, daha çok engel var aslında.
Genelde tüm tribün grupları olarak çok iyi işler çıkarttık. Tekel mücadelesinde Diyarbakır taraftar gruplarından Göztepelilere kadar çok geniş bir destek ağı oluştu. Ama burada şunu diyebilirim ki, belki de Ankara'da olmanın vermiş olduğu özel durumla Ankaragüçlü taraftarlar hem kitlesel ziyaretleri hem de Tekel işçileriyle beraber bir Galatasaray maçında açtıkları pankart ve polisin saldırısına karşı ortak direnişleriyle, burada tekrar anılması gereken ayrı bir emek verdiler.
UPS mücadelesinde ise, Tekel sürecinden farklı olarak ortak mekanizmaları biraz daha ortaya çıkardık, biraz daha koordinasyonlu yapıyoruz, ama şu anda bile UPS mücadelesinde yer alabilecek grupların bazılarını hâlâ harekete geçiremedik.
Tribünde mücadele etmenin sokağa orana farklı güçlükleri olduğundan bahsettiniz. Tribünlerin mücadeledeki zorluklarından bahsedebilir misiniz?
ST: Örneğin, tribünde pankart açmanın cezası 2 Bin Lira ve altı ay tribün yasağı var. Bir de direk olarak polisin ve polise gerek kalmadan tribündeki diğer grupların saldırısına uğrama ihtimali var. Bu yüzden tribünlerin de aslında bu anlamda demokratikleşmesi gerekli. Bu da ancak taraftar gruplarının ve onların davalarına destek veren tüm kurumların ortak mücadelesiyle olur. Tek taraftarlar da yetmiyor aslında tribünlere ilişkin uygulamaları değiştirmek için.
Sponsorluk, reklam ve transfer politikası gibi konular Türkiye’de daha fazla öne çıkmaya başladı. Türkiye’de futbolun daha fazla endüstriyelleştiğinden bahsedebilir miyiz?
ST: 80’lerin sonuna kadar, futbol yine zenginlerin elindeki bir güçtü. Kulüp başkanları büyük para babalarıydılar. Bu konuda Beşiktaş eski Başkanı Seba başka bir ifadenin adıydı ama genel olarak, futbol dünyasında para hâkimdi… Türkiye’de kapitalizm, Turgut Özal dönemindeki özelleştirmelerin vermiş olduğu kolaylıkla, futbolun aslında bir sanayi olabileceğini fark etti. Bu bir süreçti ve durdurulamayan, rekabetçi anlayışı da körükleyen bir şekilde futbolu iyice sardı. Artık takımın bir parçası olan taraftar yok olmaya başladı, aslında taraftar birer müşteriye dönüştü. Mal alması gereken, sırf bir takımı beğeniyor diye, tüketmek zorunda kalan bir insanlar zincirine dönüştü tribünler. Kim ne kadar takımının mallarından alırsa, o kadar taraftardır diye tuhaf bir anlayışta çıktı. Ben kendim asla bunlardan almadım, ama zaman oldu, sabahın yedisinde stadyum önünde maça girebilelim diye de dikildik. Şimdi benim taraftarlık kıstasım ne?
Senin için taraftarlık kıstası nedir?
ST: Ben tribünlerle tanışmadan öncede bir taraftardım. Mahalle aralarında oynarken ben bir oyuncuydum. Yani taraftarlığın ölçüsü aslında ne satın aldığım formalar, ne de ürünlerdir. Hatta birçok maça insanlar ekonomik durumda da gidemiyor. Yani stadyuma giden taraftar gidemeyen de taraftar değildir. Bu anlayış da yanlış…
Kulüpler yüksek tutarda yeni stadyumlar yapmaya başlıyor. Stadyumları da birer işletme, alışveriş ve iş merkezi faaliyete sokuyorlar. Avrupa’da böyle olduğunu biliyoruz. Sence “yeni futbol alanlarında” emekçileri görebilecek miyiz?
ST: Aslında yeni stadyumlar bir değişimin de simgesi durumunda. Mesela, Fenerbahçe maratonu tabir edilen kesim, ekonomik geliri yüksek olmayan işçilerin ve öğrencilerin çoğunlukta olduğu bir yerdi. Bu tribün doksan dakika susmazdı. Yeni stadyum, locaları ve pahalı biletleriyle Fenerbahçe tribünlerinde bir farklılaşmayı da beraberinde getirmiştir. Olması gereken burada, bilet fiyatlarının asgari ücretlere uygun bir oranda belirlenmesidir ve pahalı biletlere son verilmesi için mücadele edilmesidir. Şimdi Aslantepe var, yakında Şeref Bey Stadyumu’nu (İnönü Stadyumu - E.K) yıkıp, yenisini yapacaklar. Biz emekçilerin ne yazık ki stadyumları değil bu stadyumlar… Fenerbahçe, halkın takımı yerine artık locaların takımıdır. Örneğin, maçlarda Fenerbahçe tribünleri anonsçuya muhtaç kalıyor. Bu bir tribüncü için epey kötü bir durumdur.
Türkiye’de sporda örgütlenme adına Metin Kurt öncülüğünde bir adım atıldı ve Spor Emek-Sen kuruldu. Spor ve mücadele alanında yeni alanların yaratılması spor-emekçiler ilişkisinde nasıl bir yere sahip sence?
ST: Kendi adıma en çok bu olayı önemsiyorum. Çünkü futbol birkaç milyon dolarlık futbolcuların dünyası değil. Türkiye 2. ve 3. Futbol Ligi’nde oynayan birçok oyuncu ve antrenör paralarını alamıyor. Kulüp çalışanları da buna dâhil… Diğer branşlar futbolu da aratıyor.
Spor Emek-Sen bir sendikal oluşum, bizler ise taraftar gruplarıyız. Mücadeleleri ve duruşları ortaklaştırmak gerekli… Ama bazen en basit adımlar bile, gereksiz bir şekilde zorlaştırılıyor. Örneğin UPS mücadelesi için yan yana gelmek için bizim önemsediğimiz tek bir şart vardı. Kim ki UPS işçilerinin direnişi haklı görüyor, o zaman yanların gelmesi gerek, ortak bir duruş olması gerek.
Metin Kurt'a ayrı bir parantez açmak gerekir, Türkiye'de futbol ve sendikal örgütlenme diyince, akla gelen ilk isimdi. Biz gençlerin onun deneyimlerinden öğreneceği birçok şeyin olduğuna inanıyorum.
Emrah Kartal (soL)
Post a Comment