Tatangalar öğretiyor..
Süper Lig’e verilen ara nedeniyle futbolun aktörü olan tüm takımları özetle de olsa yazma şansım oldu. Dört haftalık bir çalışma için özet demek garip gelebilir ama 17 takımı kapsadığı için bu kelimeyi kullanmak sanırım en doğrusu. Tabii futbol için ara verildi demek ne kadar doğru o tartışılır. Çünkü bu süre içinde futbolun Türkiye’deki geleceğine yönelik birçok karar alındı.
Futbol kapitalizmi gün geçtikçe saldırgan bir hal alırken, kendi içinde de yeni tavırlar sergilemekten hiç çekinmiyor. Ve adına da her seferinde çok matah bir şeymişçesine “endüstriyel” eklemesi yapıp, gittikçe canavarlaşan futbolu sözümona masum bir oyuna çeviriyorlar. Kim mi? Elbette bu oyunun patronları... Aslına bakarsanız Türkiye’deki patronlar da hiç fena değiller.
Bakın bir yayın ihalesi yapıldı. Bu ihale öncesi devlet televizyonu olan TRT’nin üst düzey yetkilileri, ısrarla Süper Lig’in yayıncısı olmak istedikleri yönünde açıklamalar da bulundular. Hatta Başbakan bile bu konuda “yayını TRT alsın ve şifresiz yayınlasın” diyerek açıkça tarafını belli etti.
Ancak ne olduysa ihalenin sabahında TRT, A paketinden (Süper Lig’in canlı maç yayınlarını kapsayan paket) çekildiğini açıkladı. Çünkü TFF’nin şifresiz maç yayınlarına karşı engelleyici hükümleri olduğunu yeni öğrenmişlerdi! Günaydın! Ülkenin başbakanı ve bürokratları bu kadar komik olmak zorundalar mı acaba diye düşünmeden edemiyorum.
Geçen döneme göre 2 katından fazla bir artış sağlanan ihalede, kazanan taraf yine Digitürk oldu. Ancak fiyatın yükseldiği nokta hiç de yabana atılacak miktarlar değil. Sırf Süper Lig için bir yılda ödenecek olan para, 321 milyon dolar (vergiler hariç). Totalde tüm paketler için ödenecek para ise 2,2 miyar dolar!
Futbol gerçekten bu kadar değerli mi? Bu soruyu “eder” anlamında sormuyorum. Bir oyun için bu kadar paranın çarçur edilmesi doğru mu anlamında soruyorum. Çünkü çarçur edileceğine adım gibi eminim. Kimi kulüp eline geçen parayı yabancı hoca ve futbolculara kaptıracak, kimisi de popülist politikalarla eksi bakiye yazacak. Statlar yine virane, sahalar yine patates tarlası gibi olacak. Ve en kötüsü egemenler, bu güzelim oyunu sözde endüstri hikâyeleriyle faşizan bir canavara çevirecekler!
Futbol bir oyun, yaşam ise her şeyi kapsayan gerçeğin ta kendisi. Yani dünyanın en güzel oyunu da olsa futbol, yaşamın yanında minicik bir ayrıntı olarak kalıyor. Hatırlayın, Lincoln Galatasaray’dan ayrılmadan önce yılda 3,5 milyon avro kazanıyordu. Fatih Terim’in aylık maaşı ise 300 bin lira civarıydı. Tabata, Beşiktaş’ın 8 milyon avrosuna malolurken son olarak Süper Lig’in sezonluk yayın değeri 321 milyon dolara yükseldi. Hepsi uçuk paralar ve hepsi suya yazılan yazılar kadar geçici.
Şuraya gelmek istiyorum. Türkiye’nin Haiti depremzedelerine yardım olarak yolladığı para ise sadece 1 milyon dolar. Futbola yatırılan milyarlarca doların yanında Haiti’nin payına sadece 1 milyon dolar ayırdı TC vicdanı. Ben demiyorum bunu, Başbakan’ın “resmî ağzı” diyor. Şairin dizeleri gibi, bir yanımız yaprak dökerken, bir yanımız bahar bahçe…
Ancak Haiti’ye dair bir haber daha var Türkiye’den. Tatangalar, yaşanan deprem felaketinden sonra resmî sitelerinde Haiti halkı için yardım kampanyası başlattıklarını açıkladılar. Belki 100 lira toplanacak, belki de 100 bin lira ama inanın bu kampanya benim gönlümde Türkiye’nin yaptığı 1 milyon dolarlık yardımdan çok daha “büyük” olacak.
Geçmişte yaşadıkları deprem acısını unutmayan ve unutturmayan Tatangalar’ın, dünyanın başka bir köşesinde canı yanan insanlarla aynı duyguları hissedip, taşın altına elini koyması az şey değil. Bunca karamsarlığın arasında, futbolun insana dair sıcak tarafını hatırlattıkları için onlara ne kadar teşekkür etsek azdır. Hem de sadece Haitililer adına değil, tüm dünya halkları adına. Sağolun, varolun… (Erkut Tekin/BirGün/20-01-2010)
Futbol kapitalizmi gün geçtikçe saldırgan bir hal alırken, kendi içinde de yeni tavırlar sergilemekten hiç çekinmiyor. Ve adına da her seferinde çok matah bir şeymişçesine “endüstriyel” eklemesi yapıp, gittikçe canavarlaşan futbolu sözümona masum bir oyuna çeviriyorlar. Kim mi? Elbette bu oyunun patronları... Aslına bakarsanız Türkiye’deki patronlar da hiç fena değiller.
Bakın bir yayın ihalesi yapıldı. Bu ihale öncesi devlet televizyonu olan TRT’nin üst düzey yetkilileri, ısrarla Süper Lig’in yayıncısı olmak istedikleri yönünde açıklamalar da bulundular. Hatta Başbakan bile bu konuda “yayını TRT alsın ve şifresiz yayınlasın” diyerek açıkça tarafını belli etti.
Ancak ne olduysa ihalenin sabahında TRT, A paketinden (Süper Lig’in canlı maç yayınlarını kapsayan paket) çekildiğini açıkladı. Çünkü TFF’nin şifresiz maç yayınlarına karşı engelleyici hükümleri olduğunu yeni öğrenmişlerdi! Günaydın! Ülkenin başbakanı ve bürokratları bu kadar komik olmak zorundalar mı acaba diye düşünmeden edemiyorum.
Geçen döneme göre 2 katından fazla bir artış sağlanan ihalede, kazanan taraf yine Digitürk oldu. Ancak fiyatın yükseldiği nokta hiç de yabana atılacak miktarlar değil. Sırf Süper Lig için bir yılda ödenecek olan para, 321 milyon dolar (vergiler hariç). Totalde tüm paketler için ödenecek para ise 2,2 miyar dolar!
Futbol gerçekten bu kadar değerli mi? Bu soruyu “eder” anlamında sormuyorum. Bir oyun için bu kadar paranın çarçur edilmesi doğru mu anlamında soruyorum. Çünkü çarçur edileceğine adım gibi eminim. Kimi kulüp eline geçen parayı yabancı hoca ve futbolculara kaptıracak, kimisi de popülist politikalarla eksi bakiye yazacak. Statlar yine virane, sahalar yine patates tarlası gibi olacak. Ve en kötüsü egemenler, bu güzelim oyunu sözde endüstri hikâyeleriyle faşizan bir canavara çevirecekler!
Futbol bir oyun, yaşam ise her şeyi kapsayan gerçeğin ta kendisi. Yani dünyanın en güzel oyunu da olsa futbol, yaşamın yanında minicik bir ayrıntı olarak kalıyor. Hatırlayın, Lincoln Galatasaray’dan ayrılmadan önce yılda 3,5 milyon avro kazanıyordu. Fatih Terim’in aylık maaşı ise 300 bin lira civarıydı. Tabata, Beşiktaş’ın 8 milyon avrosuna malolurken son olarak Süper Lig’in sezonluk yayın değeri 321 milyon dolara yükseldi. Hepsi uçuk paralar ve hepsi suya yazılan yazılar kadar geçici.
Şuraya gelmek istiyorum. Türkiye’nin Haiti depremzedelerine yardım olarak yolladığı para ise sadece 1 milyon dolar. Futbola yatırılan milyarlarca doların yanında Haiti’nin payına sadece 1 milyon dolar ayırdı TC vicdanı. Ben demiyorum bunu, Başbakan’ın “resmî ağzı” diyor. Şairin dizeleri gibi, bir yanımız yaprak dökerken, bir yanımız bahar bahçe…
Ancak Haiti’ye dair bir haber daha var Türkiye’den. Tatangalar, yaşanan deprem felaketinden sonra resmî sitelerinde Haiti halkı için yardım kampanyası başlattıklarını açıkladılar. Belki 100 lira toplanacak, belki de 100 bin lira ama inanın bu kampanya benim gönlümde Türkiye’nin yaptığı 1 milyon dolarlık yardımdan çok daha “büyük” olacak.
Geçmişte yaşadıkları deprem acısını unutmayan ve unutturmayan Tatangalar’ın, dünyanın başka bir köşesinde canı yanan insanlarla aynı duyguları hissedip, taşın altına elini koyması az şey değil. Bunca karamsarlığın arasında, futbolun insana dair sıcak tarafını hatırlattıkları için onlara ne kadar teşekkür etsek azdır. Hem de sadece Haitililer adına değil, tüm dünya halkları adına. Sağolun, varolun… (Erkut Tekin/BirGün/20-01-2010)
Post a Comment