Gün doğsa hep uyansak, statlara dayansak..
Salah Birsel, bazı kötü insanları anlatmak için yaklaşık olarak şöyle bir şaheser cümle kurmuştu: “(Onlar) durgunluk zamanlarında kurbağa bokları gibi üst üste yapışarak suyun yüzeyine ulaşır ve nefes alırlar. Bu durumdan da hiç şikâyetçi değillerdir...” Şu adına lig dediğimiz cadı kazanı biraz daha başlamazsa, korkarım, aşağıdaki gibi konularda dönüp duracağım.
Şimdi Alman savcılar işbaşında ya; şurda şike var, burda manipülasyon var diyerek bir sürü organize küresel kumar işlerini açığa vuruyorlar hani. Biraz yakından bakınca suçlananlar arasında bahtsız Bedevîler olduğunu da görüyoruz. Örneğin hakem dahil 60 bin avro isteyen bir aracı, nihayetinde 40 bine razı oluyor amma velakin, ilgili maç ile ilgilenen birden fazla çete olduğundan örneğimizdeki aracı küresel ağababalarına ve hinterlandına para kazandıramıyor. Buna rağmen Alman savcıların soruşturmasına konu olmaktan da kurtulamıyor elbette.
Dünya futbol tarihinde şike (şimdilerde manipülasyon diyorlar) hep olmuştur ve normal seyri içinde olması da beklenmelidir. Örneğin, hatır şikesi vardır; kulüp yöneticileri, teknik kadro ya da topçular “yahu bu düşmesin de o düşsün” diyerek bazı maçlarda yatabilir ya da azmanlaşabilirler. Bazı durumlarda bazı yöneticiler asla düşmek istemez ve rakip takıma “bir sakal at”mayı önerebilirler. Kimi durumlarda da bazı yöneticilerin tuzukurudur ve düşmek üzere olan rakiplerinden “bir sakal” talep edebilirler. Bu listeyi, bu ahlaksızlık hallerini uzatmak mümkün tabii ki. Dikkatinizi çekti mi bilmem ama bu listedeki tüm ahlaksızlar, futbol camiası içindeki birtakım “sütü bozuk” futbol insanından oluşuyor. Oysa yukarıda üstü kapalı anlattığım olayın tertipleyicileri Sapina ve Cvrtak adında, kim oldukları ve neye hizmet ettikleri bilinmeyen iki adet mafyöz tip.
Sadece futbol için konuşacak olursak; bugün Türkiye’de 600-700 milyon dolarlık bir pastadan söz ediliyor. Bu rakam, sponsorların geri dönen kârlarını ya da yukarıda sözü edilen manipülasyonları içermiyor ayrıca. Kayıt içi bakiye dokuz ise kayıtdışının en az üç olacağını ayırt etmiş “bir ırkın efradı”yız ne de olsa.
BirGün’ün bu sayfasında sürekli endüstriyel futbola karşı yazılar, haberler okuyorsunuz. Aslında süreci futbolla kısıtlayarak haksızlık ediyorum, endüstriyel spora karşı bir mücadelesi var bu sayfanın. Endüstrinin günümüz sporunda biri açık, diğeri gizli iki önemli ayağı olduğunu düşünüyorum: Sponsorlar ve bahis organizasyonları.
Eskiden, lütfen hatırlayınız, reklamveren vardı ama sponsor yoktu. O çok sevdiğimiz futbol takımımızın formasının göğsünde bir markaya ait logo bulunurdu. Bir de statlardaki reklam panolarında bazı başka markalar görürdük. Reklamverenin yeşil sahalarımızdaki durumu bu ‘görsel’likten ibaretti. Bu sözünü ettiğim zaman biz ‘convertible’ ve ‘presentible’ olmadan önceydi. Bunları “işbilici” Turgut Özal ile birlikte duyduk. İşte o ‘Özal Türkçesi’ni bir anda Yunus Emre Türkçesi’ne yeğ tutan yazar, çizer, politikacı, sanatçı, ihracatçı ve bakkal zevat, elbirliğiyle gündelikçi sözlüğümüze ‘sponsor’u ekleyiverdiler. Bir anda olmadı elbette, iki binli yılların başını buldu bu dönüşüm; ama kökenleri Namık Kemal Zeybeklerdedir lügatin.
İşte bu sponsor, reklamverenin aksine oyuna müdahale etme hakkını görüyor kendisinde. Sözleşmesi vardır ve der ki: “Topçuların şöyle şöyle davranacak, yılda bilmem kaç kez benim etkinliğime gelecek ve illa ki de şu marka ayakkabı giyecek…”
Bu dayatmaya kimse ses çıkartmıyor aslında; çünkü “çağdaş” (bu ne demekse!) futbolun ancak böyle ilerleyeceği konusunda hemen hemen tüm spor zevatı hemfikir neredeyse. Çünkü o zevatın yazıp çizdiği, konuştuğu gazete, TV ya da internet sitesinin de bir sponsoru var.
Küresel bahis organizasyonlarına bakacak olursak; aslında oradaki süreç de sponsorluktan farklı işlemiyor. Kitlenin kumar dürtülerine bırakılmış bir süreci birileri zapturapt altına alıyor. Kuralları ve kısıtlamaları koyuyor, ne yapılması ne yapılmaması gerektiğini bildiriyor ve “önündeki maçlara bakıyor.”
O da sponsorlar gibi davranıyor, kendisi yemiyor, birtakım aracıya da koklatıyor. Tıpkı sponsor gibi. Örneğin Türkiye Karması sponsorunun ürettirdiği ayakkabılar için ayda 1 doları Uzak Doğulu çocuklara koklattığı gibi. Her şey yolunda her şey kitabına uygun; ama biri savcılara konu, diğeri cumhurbaşkanlarına konuk.
Gün doğsa hep uyansak, statlara dayansak değişir mi acep bu düzen?..
AHMETORHAN/BirGün
Şimdi Alman savcılar işbaşında ya; şurda şike var, burda manipülasyon var diyerek bir sürü organize küresel kumar işlerini açığa vuruyorlar hani. Biraz yakından bakınca suçlananlar arasında bahtsız Bedevîler olduğunu da görüyoruz. Örneğin hakem dahil 60 bin avro isteyen bir aracı, nihayetinde 40 bine razı oluyor amma velakin, ilgili maç ile ilgilenen birden fazla çete olduğundan örneğimizdeki aracı küresel ağababalarına ve hinterlandına para kazandıramıyor. Buna rağmen Alman savcıların soruşturmasına konu olmaktan da kurtulamıyor elbette.
Dünya futbol tarihinde şike (şimdilerde manipülasyon diyorlar) hep olmuştur ve normal seyri içinde olması da beklenmelidir. Örneğin, hatır şikesi vardır; kulüp yöneticileri, teknik kadro ya da topçular “yahu bu düşmesin de o düşsün” diyerek bazı maçlarda yatabilir ya da azmanlaşabilirler. Bazı durumlarda bazı yöneticiler asla düşmek istemez ve rakip takıma “bir sakal at”mayı önerebilirler. Kimi durumlarda da bazı yöneticilerin tuzukurudur ve düşmek üzere olan rakiplerinden “bir sakal” talep edebilirler. Bu listeyi, bu ahlaksızlık hallerini uzatmak mümkün tabii ki. Dikkatinizi çekti mi bilmem ama bu listedeki tüm ahlaksızlar, futbol camiası içindeki birtakım “sütü bozuk” futbol insanından oluşuyor. Oysa yukarıda üstü kapalı anlattığım olayın tertipleyicileri Sapina ve Cvrtak adında, kim oldukları ve neye hizmet ettikleri bilinmeyen iki adet mafyöz tip.
Sadece futbol için konuşacak olursak; bugün Türkiye’de 600-700 milyon dolarlık bir pastadan söz ediliyor. Bu rakam, sponsorların geri dönen kârlarını ya da yukarıda sözü edilen manipülasyonları içermiyor ayrıca. Kayıt içi bakiye dokuz ise kayıtdışının en az üç olacağını ayırt etmiş “bir ırkın efradı”yız ne de olsa.
BirGün’ün bu sayfasında sürekli endüstriyel futbola karşı yazılar, haberler okuyorsunuz. Aslında süreci futbolla kısıtlayarak haksızlık ediyorum, endüstriyel spora karşı bir mücadelesi var bu sayfanın. Endüstrinin günümüz sporunda biri açık, diğeri gizli iki önemli ayağı olduğunu düşünüyorum: Sponsorlar ve bahis organizasyonları.
Eskiden, lütfen hatırlayınız, reklamveren vardı ama sponsor yoktu. O çok sevdiğimiz futbol takımımızın formasının göğsünde bir markaya ait logo bulunurdu. Bir de statlardaki reklam panolarında bazı başka markalar görürdük. Reklamverenin yeşil sahalarımızdaki durumu bu ‘görsel’likten ibaretti. Bu sözünü ettiğim zaman biz ‘convertible’ ve ‘presentible’ olmadan önceydi. Bunları “işbilici” Turgut Özal ile birlikte duyduk. İşte o ‘Özal Türkçesi’ni bir anda Yunus Emre Türkçesi’ne yeğ tutan yazar, çizer, politikacı, sanatçı, ihracatçı ve bakkal zevat, elbirliğiyle gündelikçi sözlüğümüze ‘sponsor’u ekleyiverdiler. Bir anda olmadı elbette, iki binli yılların başını buldu bu dönüşüm; ama kökenleri Namık Kemal Zeybeklerdedir lügatin.
İşte bu sponsor, reklamverenin aksine oyuna müdahale etme hakkını görüyor kendisinde. Sözleşmesi vardır ve der ki: “Topçuların şöyle şöyle davranacak, yılda bilmem kaç kez benim etkinliğime gelecek ve illa ki de şu marka ayakkabı giyecek…”
Bu dayatmaya kimse ses çıkartmıyor aslında; çünkü “çağdaş” (bu ne demekse!) futbolun ancak böyle ilerleyeceği konusunda hemen hemen tüm spor zevatı hemfikir neredeyse. Çünkü o zevatın yazıp çizdiği, konuştuğu gazete, TV ya da internet sitesinin de bir sponsoru var.
Küresel bahis organizasyonlarına bakacak olursak; aslında oradaki süreç de sponsorluktan farklı işlemiyor. Kitlenin kumar dürtülerine bırakılmış bir süreci birileri zapturapt altına alıyor. Kuralları ve kısıtlamaları koyuyor, ne yapılması ne yapılmaması gerektiğini bildiriyor ve “önündeki maçlara bakıyor.”
O da sponsorlar gibi davranıyor, kendisi yemiyor, birtakım aracıya da koklatıyor. Tıpkı sponsor gibi. Örneğin Türkiye Karması sponsorunun ürettirdiği ayakkabılar için ayda 1 doları Uzak Doğulu çocuklara koklattığı gibi. Her şey yolunda her şey kitabına uygun; ama biri savcılara konu, diğeri cumhurbaşkanlarına konuk.
Gün doğsa hep uyansak, statlara dayansak değişir mi acep bu düzen?..
AHMETORHAN/BirGün
Post a Comment