Küreselleşme Karşıtı Futbol Seyircisi Olmak...
Küreselleşme karşıtlığı, politik, ekonomik alanla sınırlı kalmıyor, sosyal-kültürel alanı da kapsıyor. Bir futbolsever ve fanatik Beşiktaşlı olduğumu bilen bazı küreselleşme karşıtı okurlardan aldığım elektronik postalarda endüstriyel futbol karşısında "devrimci duruş"un ne olması gerektiği üzerine sorular alıyorum.
Bazı tartışma gruplarında verimli beyin fırtınaları estirildiğinden haberdar oluyorum. Tribünlerde renklerin kardeşliğini ve egemen erkek diline karşı başka bir dilin de var olabilmesi için emek üreten forzalivorno.org forum sitesi de bunlardan biri. Grup, bugün saat 14.00'te Taksim'de İstanbul Makine Mühendisleri Odası'nda "Başka Bir Futbol Kültürü Mümkün mü ?" konulu bir panel düzenliyor.
Ben de davetliydim, ama Ankara'ya verilmiş sözüm olduğu için katılamadım. Bu işe kafa yormuş değerli konuşmacılar var. İzlemenizi tavsiye ederim.
Türkiye'de solun futbol ile seyirci olarak ilişkisi, futbola bakışı, 1970 öncesinde, birçok şeyde olduğu gibi, sekterlikler içeriyordu. Portekiz diktatörü Salazar'ın ülkeyi yönetmede kullandığı 3 F'nin arasında, Fado, Fiesta'nın yanında Futbolun da olması, futbolun, tıpkı din gibi, bir afyon işlevi gördüğü fikrine kapılmamıza yol açmıştı.
Bir çoğumuz sol politikaya sempati duymaya başladığımızda, "kitleleri uyutan, uyuşturan futbol" ile ilgimizi de sorgulamış ve bu tiryakiliğe- büyük bir fedakarlıkla- sırt dönmüş, dönmekle kalmayıp kitleleri anti-futbol kültür devrimine "ikna etmeye" yeltenmiştik. Bunu yapıyorduk, ama yine de, TRT'nin siyah-beyaz ekranında yer alan maçlara kaçamak bakışlar atmaktan kendimizi alıkoyamıyorduk.
Futbol, dünyada ve ülkemizde, bizim ona mesafeli duruşumuza aldırmadan, özellikle 1980 sonrasında aldı başını gitti. Hızla küreselleşti, endüstriyelleşti, yatırım alanı oldu, eğlence sektörünün asli unsurlarından biri oldu. Reklamların aktığı devasa mecralardan biri haline geldi. Stadyumlar, alışveriş merkezleri ile entegre olmuş dev mabedlere dönüştürüldü. Futbol starları parlatıldıkça parlatıldı, ikonlaştırıldı, bizzat bedenleri reklam mecrası haline getirildi. Futbol-medya-kültür endüstrisi hızla yatay-dikey entegrasyonlara gitti.
Futbol, metalaştıkça, bu alana para aktıkça hem sağlanan altyapı, hem sarf edilen emek, yetenek, beyin, teknoloji ile hızla daha çok göze hitap eden bir gösteri sanatına dönüştü. Ünlü Rus besteci ve virtüöz Sostokoviç'in futbola bir tür bale benzetmesi yapması boşuna değildir. İyi bir futbol maçının seyrini, çoğu kalbur üstü sahne sanatı gösterisine tercih edenlerdenim. O kadar ki, kalitesine güvendiğim bir maç, kulüp sadakatimi de ikinci sıraya atabilir. Nitekim, geçtiğimiz Pazar günü aynı saatte oynanan ve naklen yayımlanan Sivas-BJK maçı ile Barcelona -Real Madrid maçını izleme seçenekleri karşısında, ben tercihimi ikinciden yana kullandım, Beşiktaş'ın pozisyonlarına da arada bir baktım...
Futbolun, bugün, örneğin, Barcelona'nın sahnelediği zerafette bir "sanat"a dönüşmesinden ve daha da incelmesinden biz faniler ancak keyif duyarız. Ama bu sanatı keyifle izlemek, onun küreselleşmiş, endüstriyelleşmiş, aşırı metalaşmış, faşizan eğilimler için kullanılmak istenmesi eğilimleri ile hesaplaşmamıza engel değil. Bu, endüstrileşmiş, aşırı metalaşmış sinema, kitap, müzik, medya alanlarının ürünlerini kullanırken bu sektörlerdeki üretim ilişkilerine, tekelleşme, anti-sendikalaşma vb. eğilimlerine karşı çıkmak, eleştirel duruş sergilemekten farklı değil.
Küreselleşme, daha doğrusu kapitalizm karşıtlarının, kültürel alanın hızla metalaştırılıp sömürü alanı haline getirilmesine karşı mücadelesi elbette, birçok alan gibi futbolu da içermelidir. Yeşil sahalarda sahnelenen futbol gösterisini, tribünlerden ya da televizyon ekranından izleyerek, abartılmamış yorumları izlemek, onlara katılmak, bütün bunlardan haz almak, tat almak hakkımızı saklı tutarken, karşı çıkmamız gereken, bu tutkumuzdan birilerinin sermaye biriktirmesi, iktidar pekiştirmesi, hiyerarşik tırmanmada tutkumuzu basamak olarak kullanmasıdır.Karşı çıkmamız gereken, hızla biriken sermayenin, futbol alanını da balonlaştırma pahasına azami kar ve sermaye birikimi amaçlı, yatırım alanına dönüştürmesi, futbolun etinden,sütünden,tüyünden...her şeyinden para kazanmaya teşebbüs etmesi, futbol heyecanının, büyük vurgunların döndüğü, şike ve hilenin sızdığı bahis sektöründe kullanılmasıdır.
Karşı çıkmamız gereken, futbol mabedinin tribünlerini erkek-egemen dilin hakim kılındığı, saldırganlıkların deşarj edildiği alanlar yapılmasına engel olmak, tribünlere, fanatikliğe saygıyı saklı tutarak, barışçı, şiddeti dışlayan bir rekabeti hakim kılmaktır.Karşı çıkmamız gereken o tribünleri dolduranlara , sahnelenecek oyunu keyifle ve katılarak izleyecek kitlelere, şoven , milliyetçi gösterilerin figüranları gibi davranılmak istenmesi, kitle psikolojisinin faşizan hinlikler için şekillendirilmek istenmesidir.
Bazı tartışma gruplarında verimli beyin fırtınaları estirildiğinden haberdar oluyorum. Tribünlerde renklerin kardeşliğini ve egemen erkek diline karşı başka bir dilin de var olabilmesi için emek üreten forzalivorno.org forum sitesi de bunlardan biri. Grup, bugün saat 14.00'te Taksim'de İstanbul Makine Mühendisleri Odası'nda "Başka Bir Futbol Kültürü Mümkün mü ?" konulu bir panel düzenliyor.
Ben de davetliydim, ama Ankara'ya verilmiş sözüm olduğu için katılamadım. Bu işe kafa yormuş değerli konuşmacılar var. İzlemenizi tavsiye ederim.
Türkiye'de solun futbol ile seyirci olarak ilişkisi, futbola bakışı, 1970 öncesinde, birçok şeyde olduğu gibi, sekterlikler içeriyordu. Portekiz diktatörü Salazar'ın ülkeyi yönetmede kullandığı 3 F'nin arasında, Fado, Fiesta'nın yanında Futbolun da olması, futbolun, tıpkı din gibi, bir afyon işlevi gördüğü fikrine kapılmamıza yol açmıştı.
Bir çoğumuz sol politikaya sempati duymaya başladığımızda, "kitleleri uyutan, uyuşturan futbol" ile ilgimizi de sorgulamış ve bu tiryakiliğe- büyük bir fedakarlıkla- sırt dönmüş, dönmekle kalmayıp kitleleri anti-futbol kültür devrimine "ikna etmeye" yeltenmiştik. Bunu yapıyorduk, ama yine de, TRT'nin siyah-beyaz ekranında yer alan maçlara kaçamak bakışlar atmaktan kendimizi alıkoyamıyorduk.
Futbol, dünyada ve ülkemizde, bizim ona mesafeli duruşumuza aldırmadan, özellikle 1980 sonrasında aldı başını gitti. Hızla küreselleşti, endüstriyelleşti, yatırım alanı oldu, eğlence sektörünün asli unsurlarından biri oldu. Reklamların aktığı devasa mecralardan biri haline geldi. Stadyumlar, alışveriş merkezleri ile entegre olmuş dev mabedlere dönüştürüldü. Futbol starları parlatıldıkça parlatıldı, ikonlaştırıldı, bizzat bedenleri reklam mecrası haline getirildi. Futbol-medya-kültür endüstrisi hızla yatay-dikey entegrasyonlara gitti.
Futbol, metalaştıkça, bu alana para aktıkça hem sağlanan altyapı, hem sarf edilen emek, yetenek, beyin, teknoloji ile hızla daha çok göze hitap eden bir gösteri sanatına dönüştü. Ünlü Rus besteci ve virtüöz Sostokoviç'in futbola bir tür bale benzetmesi yapması boşuna değildir. İyi bir futbol maçının seyrini, çoğu kalbur üstü sahne sanatı gösterisine tercih edenlerdenim. O kadar ki, kalitesine güvendiğim bir maç, kulüp sadakatimi de ikinci sıraya atabilir. Nitekim, geçtiğimiz Pazar günü aynı saatte oynanan ve naklen yayımlanan Sivas-BJK maçı ile Barcelona -Real Madrid maçını izleme seçenekleri karşısında, ben tercihimi ikinciden yana kullandım, Beşiktaş'ın pozisyonlarına da arada bir baktım...
Futbolun, bugün, örneğin, Barcelona'nın sahnelediği zerafette bir "sanat"a dönüşmesinden ve daha da incelmesinden biz faniler ancak keyif duyarız. Ama bu sanatı keyifle izlemek, onun küreselleşmiş, endüstriyelleşmiş, aşırı metalaşmış, faşizan eğilimler için kullanılmak istenmesi eğilimleri ile hesaplaşmamıza engel değil. Bu, endüstrileşmiş, aşırı metalaşmış sinema, kitap, müzik, medya alanlarının ürünlerini kullanırken bu sektörlerdeki üretim ilişkilerine, tekelleşme, anti-sendikalaşma vb. eğilimlerine karşı çıkmak, eleştirel duruş sergilemekten farklı değil.
Küreselleşme, daha doğrusu kapitalizm karşıtlarının, kültürel alanın hızla metalaştırılıp sömürü alanı haline getirilmesine karşı mücadelesi elbette, birçok alan gibi futbolu da içermelidir. Yeşil sahalarda sahnelenen futbol gösterisini, tribünlerden ya da televizyon ekranından izleyerek, abartılmamış yorumları izlemek, onlara katılmak, bütün bunlardan haz almak, tat almak hakkımızı saklı tutarken, karşı çıkmamız gereken, bu tutkumuzdan birilerinin sermaye biriktirmesi, iktidar pekiştirmesi, hiyerarşik tırmanmada tutkumuzu basamak olarak kullanmasıdır.Karşı çıkmamız gereken, hızla biriken sermayenin, futbol alanını da balonlaştırma pahasına azami kar ve sermaye birikimi amaçlı, yatırım alanına dönüştürmesi, futbolun etinden,sütünden,tüyünden...her şeyinden para kazanmaya teşebbüs etmesi, futbol heyecanının, büyük vurgunların döndüğü, şike ve hilenin sızdığı bahis sektöründe kullanılmasıdır.
Karşı çıkmamız gereken, futbol mabedinin tribünlerini erkek-egemen dilin hakim kılındığı, saldırganlıkların deşarj edildiği alanlar yapılmasına engel olmak, tribünlere, fanatikliğe saygıyı saklı tutarak, barışçı, şiddeti dışlayan bir rekabeti hakim kılmaktır.Karşı çıkmamız gereken o tribünleri dolduranlara , sahnelenecek oyunu keyifle ve katılarak izleyecek kitlelere, şoven , milliyetçi gösterilerin figüranları gibi davranılmak istenmesi, kitle psikolojisinin faşizan hinlikler için şekillendirilmek istenmesidir.
Mustafa Sönmez/Bianet-05/12/2009
Post a Comment