Header Ads

Bir yıl daha yaşandı bitti..

“Tesislerde daha işim var, yani hemen gitmiyorum ama sizin için gider gibi yapabilirim” demiş Güvenç Kurtar, Bursaspor’dan ayrılışını fotoğraflamak isteyen basın mensuplarına. Her sezon aynı terane ama bu sezon iyiden iyiye “Ankaragücü’nün hocası kimdi?” tadındayız. 18 takımlı ligde 11 teknik direktör değişikliği yaşandı, dile kolay. Yanılıyor da olabilirim. Belki de bu yazıyı yazmamla yayınlanması arasında geçen sürede birileri daha istifa eder ya da kovulur. Yıllar önce Vahid Halilhodziç, “Çok kovuluyorsam bu sadece çok iş bulduğumu gösterir” demişti. Demek insan her duruma uygun bir bakış açısı geliştirebiliyor, ama bu bile onlar için üzülmemizi engellemiyor. Bu tempoda hoca değişikliğini kesinlikle unutmak istiyoruz.
Geçen sezon Manchester United’ın iyiden iyiye tepemize çıktığı sezon olarak tarihe geçti. Önce Premier Lig’i kazandılar, sonra da Şampiyonlar Ligi’ni. Manchester United ve kazanılmadık ödül bırakmayan oyuncusu Cristiano Ronaldo bu seneyi en küçük detayına kadar hatırlamak istiyor, orası kesin. Şampiyonlar Ligi Finali ve sonrasında Premier League’i aynı rakibe kaybeden Chelsea ve kaçırdığı penaltıyla patronunun en çok istediği kupadan mahrum kalmasına yol açan John Terry ise hafızalardan silmek...
Anelka geldiğinde, Didier Drogba’sıyla memnun mesut bir hayat sürdüren Avram Grant, Fransız’a hiç ihtiyacı olmadığını “Çorbama düşen bir saç gibi” benzetmesiyle dışa vurmuştu. Ama kel Anelka, kimsenin çorbasına morbasına düşemeyeceğini ve küllerinden bir kez daha doğabileceğini dosta düşmana gösterdi. Drogba ise... Drogba kimdi?
Hafızalardan uzun süre çıkmayacak bir Avrupa Şampiyonası izledik ve ne yazarlarsa yazsınlar, ne söylerlerse söylesinler, Türk basınının aslında milli takımlarını sevdiğini basın tribünündeki gol sevinçlerinden anladık. İsviçre 2008 ve ‘Geri Dönüşün Kralları’, kolektif hafızamızdaki yerini çoktan aldı. Hırvatistan’la oynadığımız maç sonrası “Bu maç uzun süre rüyalarıma girecek, hayatımın sonuna kadar unutabileceğimi sanmıyorum” demişti Biliç, eh biz de bizi kendi silahımızla vuran Almanlarla oynadığımız yarı final maçını unutmayacağız. Gerçi o silahın patenti zaten Almanlara aitti, biz ödünç almıştık ya neyse. Euro 2008 sonrası, böyle büyük turnuvalarda kendi takımının olmasının ne acayip bir duygu olduğunu da hatırladık...
Real Madrid, şampiyon olan hocanın kovulmasının bize has bir şey olmadığını Capello gibi adamı “Takımı fazla defansif oynatıyor” gerekçesiyle kovarak göstermişti. Sonrasında görevi devralan Bernd Schuster bu defansa, bir de hücum ekleyerek geçen Mayıs ayını hanesinde 85 puan gibi rekorla bitirerek şampiyon oldu. Ama arada, ufak detay, Şampiyonlar Ligi’nden elenmişti. Schuster de bunun ve bu sezona yapılan kötü başlangıcın kurbanı oldu.
1989’dan bu yana hasret kaldığı şampiyonluğa önce Moggigate sayesinde şaibeli, sonra rakipsizlikten gölgeli, sonra bileğinin hakkıyla güneşli şekilde son üç sezondur peş peşe kavuşan Inter, Jose Mourinho’yu başa getirerek çıtayı biraz daha yükseltti. Ezeli rakibi Milan, Ronaldinho üstü Beckham’ı alarak önce Real Madrid, sonra Barcelona tarafından denenen ama başarılamayan ‘galacticos-fantasticos’ ekolüne geçiş yaparken, Inter, ‘Mourinho’yu seven sivri diline katlanır’ konusunda deneyim kazanıyor. 
Gerçi üzerinden çok sivri demeç geçti ama hocanın geçen seneki şampiyonluğa en çok katkıda bulunan oyunculardan Mario Balotelli konusunda söylediklerini hâlâ tek geçiyoruz: “Henüz hiçbir şey olmayan, sadece bir yetenek, geleceğe dönük bir vaat olan 17 yaşındaki bir çocuğun Figo, Cordoba ya da Zanetti’den daha az çalışma gibi bir lüksü yoktur”. Geleceğe dönük bir vaat... İyi laf... 2009’da geleceğe dönük bütün vaatlerin gerçekleşmesi dileğiyle...

BANU K. YELKOVAN

Radikal/ 30/12/2008

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.