Header Ads

Fenerbahçe-Benfica: Kitlelerin Derbisi


Avrupa'nın köklü liman şehirlerindeki futbol aurasını başka yerde kolay kolay bulamazsınız.

Çünkü futbol, Britanya'dan kıta Avrupa’sına bu şehirlerden girmiş, on dokuzuncu yüzyıldan itibaren bu şehirlerin havasına, suyuna, mayasına, çimentosuna karışmıştır.

Futbolu kenara koyarak bu kentlerin hikâyesini biraz zor anlatırsınız. Barcelona, Rotterdam, Marsilya, Hamburg futbolla yatıp futbolla kalkar. Avrupa'nın iki ucundaki İstanbul ve Lizbon da böyledir.

Bu iki şehri futbolsuz anlatmak biraz eksik kalır. Sokaklarında gezerken size meşin yuvarlağı hatırlatacak bir şeyi görmeniz pek uzun zaman almaz.

Diğer taraftan, bu iki şehrin ve ülkelerinin futbol hikâyesi de birbirine epeyce benzer.

Portekiz ve Türkiye'de futbolun tarihi, ülkelerin modern tarihleriyle yaşıt. Günümüz Türkiye’sinin büyük futbol kulüpleri II. Meşrutiyet'le beraber hayat bulurken, Portekiz'in devleri de Birinci Cumhuriyet'in kuruluş sürecinde dünyaya geliyor.

İki takıma da benzer halk desteği
İki ülkenin ‘üç büyüklerinden’ Fenerbahçe ve Benfica'nın hikâyesi de bu anlamda benzerlikler taşıyor. İki kulüp de 1900'lerde saray elitine daha yakın rakiplerine karşı ‘popüler alternatif’ olarak doğuyor ve kitlesel desteğe ulaşıyorlar.

İki kulübün taraftarı, bugün hâlâ takımlarının halkın gerçek temsilcisi olduğu iddiasında.

Hem Benfica'yı, hem de Fenerbahçe'yi kuranlar ağırlıklı olarak öğrenciler. Ancak Portekiz'in kırmızı-beyazlılarının kurucusu Cosme Damiao ve arkadaşlarının devam ettiği ünlü Casa Pia okulunun, Fenerbahçeliler’in gittiği St. Joseph'e kıyasla çok daha farklı bir konumda olduğunun altını çizmek gerekiyor.

Sosyal açıdan dezavantajlı durumdaki ailelerin çocuklarının devam ettiği bu okulun toplumsal rolü, daha ziyade Türkiye'deki Darüşşafaka'ya denk düşüyor.

Bu anlamda Fenerbahçe'nin kurucularının çok daha üst sınıf ailelerden geldiği rahatlıkla söylenebilir. Ancak Osmanlı'nın son yıllarında futbolun ancak Britanyalılarla teması olan yüksek tahsilli elit gençlerin uğraşı olabileceği düşünüldüğünde bu çok da anormal değil.

Yıllar içinde halk kitlelerinin desteğinin bu iki kulübü benzer bir çizgiye taşıdığı da doğru bir saptama olur.

Benfica diğer spor dallarında da başarılı
Portekiz'le ve Türkiye'nin sportif yapısı da birbirini oldukça andırıyor. Bu iki ülkenin futbol ligleri, 1990'lar öncesinde kurulan ligler arasında Avrupa'nın en az şampiyon çıkaran ligleri.

İki ülkede de ‘üç büyüklerin’ dışında yalnızca iki takım şampiyon olabilmiş durumda.

Bir başka benzerlik de futbolda başı çeken takımların ülkede çok sayıda spor dalında başarılı olması.

Örneğin Benfica, Portekiz'in atletizm ve basketbolda en çok şampiyon olan takımı. Voleybol ve hentbolda da ulusal şampiyonlukları var.

Fenerbahçe'nin Galatasaray ve Beşiktaş'la farklı spor dallarında olan mücadelesi Portekiz'de Benfica-Sporting-Porto üçlüsü arasında yaşanıyor.

Üç kulüp ülke sporunun can damarı konumunda. Bir de iki ülkenin spor tarihinde nahoş benzerlik var. Futbol Türkiye'de de, Portekiz'de de anti-demokratik rejimlerin imdadına yetişiyor.

Salazar, halkı uyutmak için Fado ve ruhani Fatima'nın yanına futbolu eklerken; Türkiye'de 12 Eylül'den sonra yasaklanmayan tek sosyal aktivite futbol kalır.

Tabii iki ülkenin spor tarihlerinde farklılıklar da yok değil. Portekiz'e futbol, Britanya'da okuyan Portekizli öğrenciler tarafından getiriliyor ve bu sayede çok daha rahat yayılıyor.

Ülkedeki okul sisteminin de o yılların Osmanlısı'na göre daha köklü olması ve ülkenin daha küçük olması futbolun ayaklarının çok daha erkenden yere basmasını sağlıyor.

Benfica da 1940'lardan itibaren Avrupa'nın en önemli futbol takımlarından birine dönüşüyor.

1950'de Bordeaux'yu yenerek Latin Kupası'na sahip olan takım, Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nı da Real Madrid'in elinden almayı başaran ilk kulüp olarak tarihe geçiyor.

Benfica'nın tarihi bir diğer özelliği de 1954-2002 yılları arasında Avrupa'nın en büyük stadyumuna sahip olması.

Katedral lakaplı eski Estadio da Luz, yerini aynı isimli yeni stadyuma bırakıncaya kadar 120 bin seyirciye ev sahipliği yapıyordu.

Altın çağdan bronz çağa doğru Benfica
Benfica, ‘altın çağ’ olarak anılan 1960'larda tam beş kez Şampiyon Kulüpler Kupası finali oynadı.

‘Gümüş çağ’ denilen 1980'lerde ise iki Şampiyon Kulüpler, bir UEFA Kupası finali gördüyse de bunların tamamından yenik ayrıldı.

Lizbon'un ‘kartalları’ son on yılda ise iki kez Şampiyonlar Ligi çeyrek finali gördü, iki numaralı kupada da iki çeyrek finale iki yarı final eklediler.

Benfica'nın belki de ‘bronz çağı’ olacak bu kuşağın tek eksiği bir Avrupa finali. Bunu da Fenerbahçe karşısında arayacaklar. Avrupa'da kulüpler futbolunun beş büyük ligin yörüngesine girdiği şu dönemde Benfica hâlâ yabana atılmayacak bir güç.

Fenerbahçe ise maçlarına Kartal Vitoria'nın kanatlarının altında çıkan bu dev ekip karşısında kendi altın yıllarını yaratmaya çalışacak. Bakalım ‘kitlelerin derbisinde’ gülen kim olacak?

Dağhan Irak

* bbc türkçe'den alınmıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.