Lig Başında Bir Direniş, Bir Sınıf, Bir Kulüp: Bir Gün Olsun Davamızı Bırakmadık
Adana Demirspor’un süper lig kapısına dayanması birilerini fazlasıyla heveslendirmiş görünüyor. Valisi ve Belediye Başkanı’yla Adana’nın muktedirleri, yıllardır en kötü günlerinde takımına sahip çıkanların iradesini yok sayarak kulübü ele geçirmeye çalışıyor.
Yıl 2012 aylardan Ağustos… Türkiye’nin “süper” olarak nitelendirilen liginin başlamasından bir gün önce Adana’da bir futbol maçı… Aylardır direnişlerini sürdüren TEDAŞ işçileri kendilerini tecrit etmeye yönelik polis barikatlarının arasında top kovalıyorlar. Önce polise maç teklif edip ‘Biz kazanırsak barikatları kaldırın, siz kazanırsanız barikatlar dursun’ diyorlar. Mağlubiyetten korkan polisler gelmeyince de kendi aralarında oynuyorlar. Polisin hükmen mağlup olduğu koşullarda oynanan gazozuna maçı dostluk kazanmış. En önemlisi de futbol, polisin marjinalleştirme hamlesine karşı sınıfın bir direniş aracı oluyor.
Adana’da bu maçtan bir ay önce de bir “futbol direnişi” vardı.
Yıl 2012 aylardan Temmuz. Yine sıcak bir yaz günü Adana sokakları hareketli. AKP’nin valisi Hüseyin Avni Coş’un biricik Adana Demirspor’larında yaptığı darbeye karşı ayaktalar. Demirspor’un tribün grubu “Şimşekler”in “Taşeron yönetim istemiyoruz” diye yaptığı çağrıyla binler sokaklara çıkıyor. Belediye binasının önündeki polis saldırısına rağmen sloganlar kesilmiyor: “Direne direne kazanacağız.” Ellerinde bir Adana Demirspor taraftarı olan Yılmaz Güney’in resimleri var. AKP-MHP koalisyonuyla takımın yönetiminin ele geçirilmesi karşısında mesajları açık: “Biz halkın takımıyız”, “Halk sokaklara iniyor”, “Haramilerin saltanatını yıkacağız”, “Halk takımı için savaşıyor”, “Yiğitseniz uslandırın bizi” ve en önemlisi de “Yazmaz tarih kitapları, baş eğdiğimizi zulmün önünde.”
Gerçekten de tarih kitapları Demirspor’un adını ve ruhunu aldığı demiryollarındaki kararlı direnişleri yazar.
BIR SINIFIN GÖRKEMLI DOĞUŞU
Yıl 1927… Adana’nın yine sıcak bir yaz gününde, ücretlerini alamayan ve ağır çalışma koşullarına isyan eden demiryolu işçileri greve çıkıyorlar. Grevin lideri Komünist Partili Alaaddin, işçilere şöyle seslenir: “Hakkımızı zorla almaya çalışmalıyız. Çünkü hak denilen şey hiçbir zaman verilmez, daima alınır. Biz de sebatımızla alacağız” (1) 1925 yılında çıkan Takrir-i Sükun kanunuyla verilen sessizlik emrini dinlemez işçiler. “Ana yurdun dört baştan demir ağlarla örüldüğü” ama kimin ördüğünün söylenmediği yıllarda onlar işçi sınıfının varlığını hatırlatırlar. Yeni rejimin mitlerinde “sınıfsız-imtiyazsız bir kitle” olarak “Türk milleti”nin, işçisi, patronu, bürokratı, siyasi eliti, el birliğiyle demiryollarını ördüğü söylenir. Oysa o demiryollarını dört baştan örenler için hayat, coşkulu marşlardaki gibi yaşanmaz. Hayatta kalmak için “zor” gerekir, “almak” gerekir, “sebat” gerekir, “direnmek” gerekir.
Onlar bunu Cumhuriyet öncesinde öğrenmişti. Kapitalist gelişmeyle beraber Osmanlı’nın son yıllarında yükselen işçi sınıfı mücadelelerinin önemli bir bölümü demiryollarında başlamıştı. 1800’lü yılların sonlarında Osmanlı demiryolu hattında çalışmak üzere gelen İtalyan işçiler sadece bu işin bilgisini, tekniğini değil, direnmeye ve örgütlenmeye dair deneyimlerini de getirmişlerdi. Bu işçiler Anadolu işçi sınıfına sadece demiryolu döşemeyi değil grevi ve sendikayı da öğrettiler. Bu gelişmeler o kadar endişe uyandırmıştı ki padişah işçileri örgütlenmelerden uzak tutmak için fermanlar çıkarmış, 1908’de demiryolu direnişlerinin çığ gibi büyümesinin ardından çıkarılan “Tatil-i Eşgal Kanunu” ile sendikalaşma ve grev yasaklanmıştı. Demiryolcuların bu direniş geleneği Cumhuriyete de taşınmış, yeni rejimin karşılaştığı ilk işçi direnişlerinden biri, 19 Kasım 1923’te başlayan Şark Şimendiferleri grevi olmuştu.
İşte gelenek 1927 Adana demiryolu grevinde yeniden hayat bulmuştu. Tren taşımacılığının tamamen durduğu grevde, hattın sahibi Fransız şirketinin arkasına polisi ve askeri alarak hattı işletmeye çalışması üzerine işçiler, eşleri ve aileleri rayların üzerine oturarak seferleri engellemişti. En önemlisi de farklı statülerde çalışan işçiler, kendi birliklerini sağlayarak, memuruyla, işçisiyle, geçici işçisiyle hep birlikte direnmişlerdi. (2) Grevin bir diğer önemli yönü bir halk direnişine dönüşmesiydi. Askerlerin işçilere ve ailelerine kurşun sıkarak, çok sayıda kişiyi tutuklayarak bastırmaya çalıştığı greve Adana halkı da destek vermişti.
Bir klübün doğuşu
Bu grev Cumhuriyetin modernizm projesinin, kapitalist modernitenin arızalarının tamamını bünyesinde taşıdığını gösterdi. Bu projede işçi sınıfının tarihsel bir özne olarak var oluşu dışında her şey hesaplanmış görünüyordu. Temel besin maddesi olan şeker için şeker pancarı üretimi ülkenin dört bir yanında desteklendi. Bu şeker pancarlarının işleneceği şeker fabrikaları kuruldu. Benzer şeyler buğday ve un için de geçerliydi. Giyim için pamuk tarlalarının yakınlarında pamuklu dokuma fabrikaları yükseldi. Ve bu kalkınma hamlesini bütünleyen demiryolları kuruldu.
Bu modernizm projesinin olmazsa olmazı bu maddi gelişmenin ideolojik/kültürel tamamlayıcılığına duyulan ihtiyaçtı. Mevcut düzenin “sağlam kafaları ve sağlam vücutları” için Halkevleri, Köy Enstitüleri ve nihayet spor kulüpleri kuruldu. 1940’lı yıllarda ülkenin dört bir yanında, şeker ve dokuma fabrikalarının faaliyette olduğu en ücra yerlerde bile Şekerspor’lar, Sümerspor’lar boy göstermeye başladı. Ve tabii ki Demirspor’lar… Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla “sağlam vücutlar” yaratma ihtiyacının artması, spora dair hamleleri arttırdı. Yasal bir düzenlemeyle 500’den fazla işçi ve memur çalıştıran kurumlara spor kulübü kurma zorunluluğu getirildi. O kulüplerden biri mavi-lacivert renkleriyle, bugün uğrunda halkın sokaklara indiği Adana Demirspor’du.
YÜKSELİŞ VE KRİZ
Ülkenin dört bir yanında kurulan kamu iktisadi teşekküllerine (KİT) ait kulüpler, sporun çeşitli branşlarında çok önemli isimler yetiştirdi. Daha da önemlisi kimileri o fabrikanın işçilerinin, hatta o kentin takımı oldular. Ancak direnişlerle kendini bir sınıf olarak var eden demiryolu işçilerinin bulunduğu Adana’nın Demirspor’undaki işçi etkisi diğer kulüplere nazaran çok daha belirgindir. Adana Demirspor “gecekondu ve amele taifesinin takımı”dır.(3) 1940’ta kurulan ve mavi-lacivert formasıyla bölgesel ligde mücadele eden Adana Demirspor 1960’da, üç büyük ilin dışından en üst lige yükselen ilk takım oldu.
Gel zaman git zaman, sermaye birikiminin ihtiyaçları değişti. Sermayenin “süt annesi” olarak gündeme gelen devletçi sanayileşmeye ihtiyacın ortadan kalktığı günler geldi. 1970’lerin sonlarında ve özellikle de 1980’lerde KİT’ler yıkıma terk edilince bu kulüplerin de yıldızı sönmeye başladı. Adana Demirspor ise bu sürecin çok öncesinde, 1960’ların sonlarında kurum ile bağını keserek bu krizi erken yaşamıştı. Zira 1940’ların ortalarından itibaren karayolu taşımacılığını önceleyen ulaşım politikaları demiryollarına olan desteğin azalmasına neden olmuş, bu da kulübü olumsuz etkilemişti. Bu erken kopuş nedeniyle neoliberal dönemde Adana Demirspor’un krizi, bağlı bulunduğu KİT’in değil, içinde bulunduğu bölgenin krizi olarak yaşandı. Özellikle 1980 sonrası, tarım politikalarında yaşanan değişim ile Çukurova’nın düşen “cazibesi” kulübü etkiledi. 1994-1995 sezonunda tarihinin en kötü 1. Lig performansını gösterip küme düşen Adana Demirspor, 2000’li yıllarda krizinin doruğa çıkmasıyla kapanma noktasına geldi. Ancak halkın sahip çıkmasıyla yeniden doğrulan Adana Demirspor, bu sene bir üst lige çıkarak tam 17 yıl sonra yeniden süper lige yükselmek için mücadele etme hakkı kazandı.
VE DİRENIŞ…
Adana Demirspor’un süper lig kapısına dayanması birilerini fazlasıyla heveslendirmiş görünüyor. Valisi ve Belediye Başkanı’yla Adana’nın muktedirleri, yıllardır en kötü günlerinde takımına sahip çıkanların iradesini yok sayarak kulübü ele geçirmeye çalışıyor. 1927’de de işçi sınıfı yok sayılarak projeler üretiliyordu, bugün de... Ancak tarihsel hafıza kolay silinmiyor ve bu sürecin içsel çelişkileri projede durduğu gibi durmuyor. 1927’de de durmadı, bugün de durmuyor.
Nereden mi belli? Sokaklara dökülen o Demirsporlular arasında kimleri gördük. Kentsel dönüşüme direnen mahallelerden yoksulları, aylardır direnişte olan TEDAŞ işçilerini, her daim yok sayılan bir diğer kesim Kürtleri gördük. Adana Demirspor’un üç yıl önce dostluk maçı yaptığı, İtalya’nın işçi sınıfı takımı Livorno ile dostluğunun yüz yıllık temellerini, İtalyan işçileriyle kol kola yürütülen direnişin izlerini gördük. “Seyirci değil taraftarız” sloganında, demiryolu işçilerinin direnişlerle özneleşmesinin özgüvenini hissettik. 1927 grevinin önderi Alaaddin’in “hak denilen şey hiçbir zaman verilmez, daima alınır” diyen sesini şu tezahüratta bir kez daha duyduk:
“Sahipsizdik grev yaptık en zor günde yalnız kaldık,
Ama yine de bir gün olsun davamızı bırakmadık,
Ama yine de bir gün olsun Şimşek'imi bırakmadık!”
Önemli bir bölümü Adana Demirsporlu olan Enerji-Sen işçilerinin “maçı” sürerken, Süper Lig başladı. Hangisi daha heyecan verici?
Sendika.org
Notlar:
(1) Şeyda Oğuz, 1927 Adana Demiryolu Grevi, TÜSTAV Yayınları, 2005, s.11
(2) Yüksel Akkaya, “Ortak örgütlenmede tarihsel arka plan: dünden kalan miras ve yeniden düşünmek(I)”, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=9423
(3) Yüksel Akkaya, “Makyavelist futbol hırsızları ve bir futbol emekçisi “Zizu” üzerine…”, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=6715
Post a Comment