Güzel-çirkin: Tipten kaybetmek var mı?..
Geçtiğimiz Eylül’de Sabah gazetesi, futbol yorumcusu kadınlardan oluşan küçük bir jüriye Süperlig’in en seksi 11’ini seçtirmişti. (En çok oyu Harry Kewell almıştı, 4). Dünyanın birçok köşesinde, dergiler ve internet siteleri böylesi seçkileri hep yapıyorlar. ‘Kadın bakış açısından, futbola ve futbolculara dair dedikodu ve eğlence-zevk’ peşindeki internet sitesi www.kickette.com, bu işi meslek edinmiş mesela. Merceğin üzerinden kalkmadığı ‘fiks’ objelerin çoğunu tahmin edebilirsiniz: Gourcuff, Fabregas, Xavi, Xabi Alonso, Torres, Vidic, Beckham, Casillas, Maldini, Cannavaro, Ljungberg, Totti, Henry, Raul. Fabregas ‘Sex-Fabregas’ olarak geçiyor. Beckham’a tabii Becks deniyor, Vidic’e Vida, Torres’e Nando, Gourcuff’a Yoann, Casillas’a Iker. Feminist olmayan bir kadın bakış açısı bu; playboy estetiğini tersine çeviren bir ‘güzel çocuk’ dikizciliği.
Bir karşılığı olduğunu bilmiyor değiliz. ‘Becks’ sadece duran top füzelerinden ve muhteşem ortalarından ötürü dünyanın en pahalı futbolcusu olmamıştı. O esas ‘look’uyla yıldızdı; yani görünüşüyle, kaşıyla gözüyle, bakışıyla, kılığıyla kıyafetiyle, ‘kendini taşıyışıyla’... Futbol pazarlamacılığı kadın ve gay seyircileri gözettiği gibi, genel olarak ‘düzgün fizikli’leri kayıran bir öjenizmin kendisini hissettirdiğini söyleyebiliriz. Bir dostum, Türkiye’de de sarışın ve hele uzun saçlı topçuların her zaman bir ‘bonus’tan yararlandığını söyler durur.
Konu Türkiye’de de var
Tipten kazananlar varsa, tipten kaybedenler de vardır. Yirmi yıl kadar önce bir gazete ‘yakışıklı futbolcu’ anketi düzenlemişti. Metin Tekin, Semih Yuvakuran, Aykut Kocaman yarıştılar. Hergeleler bir de ‘çirkin futbolcu’ bahsi açmış, bu unvanı Beşiktaşlı Recep Çetin’e uygun görmüşlerdi. Sonrasını, o zamandır fıkra gibi dinliyoruz: Recep dava açacağını söyler, Metin de uyarır onu: ‘Tamam da, hâkim seni görünce ne diyeceksin?’ Ergenekon davası soruşturmasında da Sedat Peker’in Ali Eren için söyledikleri takılmıştı dinlemeye: ‘Ben ona demiştim o tiple senden futbolcu olmaz diye...’
Ama biliyoruz ki Ali Eren pekâlâ futbolcu oldu, Recep Çetin 4 şampiyonluk gördü, 56 milli maça çıktı. Recep’in Beşiktaş’la özdeşleşmiş, Ali Eren’in de kariyerinin en üst noktasını orada görmüş olması tesadüf mü? 1975’te esrar kaçakçılığı suçundan tutuklanıp 12 yıl Türkiye hapishanelerinde kalışının hikâyesini ‘Karafatmanın Sarayı’ (Kanat Yayınları) adlı çarpıcı kitabında anlatan Daniel Koplowitz’in, on sene kadar önce PostExpress’teki mülakatında söylediklerini hiç unutmuyorum. Hapisteyken gazetelerin spor sayfalarında fotoğraflarını gördüğü Galatasaraylı, Fenerbahçeli futbolcuları düzgün aile çocuklarına benzettiğini hatırlar Koplowitz. Oysa Beşiktaşlılar hiç de ‘güzel çocuklar’ değildir, katil tipli adamlardır. Meâlen aktarıyorum. Koplowitz’i Beşiktaş’a çeken de bu olur. O gün bugündür sıkı Beşiktaş taraftarıdır.
Koplowitz, bir İngiliz. Arjantin Milli Takımı İskoçya’ya bir maça gittiğinde, teknik direktör Carlos Bilardo ilk antrenmanda şunu söylemiş oyuncularına: ‘Burada sokakta gezerken birtakım dişsiz heriflere rastlarsanız, bilin ki ya stoperdirler ya santrfor’. Akşam karanlığında rastlasanız yolunu değiştireceğiniz at hırsızına benzeyen adamlar, özellikle Britanya futbolunda saygın bir mevkiye sahiptir. En azından eski günlerde öyleydi. Futbolu ‘erkek işi’ olarak görenler, sertlikle beraber bir doz gaddarlığı yüceltenler, ‘kız kılıklı’lardan geçtik, ‘temiz yüzlü’lere de pek güven duymazlardı... Bu maçizm aşınsa da tamamen tükenmiş değildir. Sadece Britanya’da değil. Bilhassa stoper milletinin, adam markajı yapan personelin, meslekten yıldırıcı olmaları itibarıyla, biraz it suratlı olmaları makbul değil midir? Haydut kılıklı stoperin prototipi Britanyalı ise (Alman da olabilir), hücumcu milletinde de, pis bir suratın bilhassa Balkanlı golcülere yakıştığını düşünürüm. Stoperde uğursuz surat acımasız sertliğin nişanesi ise, golcüde mendebur çehre adi fırsatçılığın aynasıdır.
Real Madrid kaybetti
Evet, ‘çirkin kral’ların futbolda da tahtı vardır. Şakanın ölçüsünü kaçırmayalım; sahadaki caydırıcılıklarından ötürü kurulmaz bu taht elbette. Karizma güzellikle kaim değildir, güzellik de kaş göz matematiğiyle. Hem futbolun her boya, her fiziğe açık demokrasisi, kaşa göze mi bakacak? Real Madrid erkânı, Ronaldinho’yu almayı düşünmediğini duyururken, ‘fazla çirkin’ gerekçesini kaçırmıştı ağzından. Ronaldinho tipten bir şey kaybetmedi o zaman, ama Real bu çirkinliğiyle bir defa daha kaybetti.
Bir karşılığı olduğunu bilmiyor değiliz. ‘Becks’ sadece duran top füzelerinden ve muhteşem ortalarından ötürü dünyanın en pahalı futbolcusu olmamıştı. O esas ‘look’uyla yıldızdı; yani görünüşüyle, kaşıyla gözüyle, bakışıyla, kılığıyla kıyafetiyle, ‘kendini taşıyışıyla’... Futbol pazarlamacılığı kadın ve gay seyircileri gözettiği gibi, genel olarak ‘düzgün fizikli’leri kayıran bir öjenizmin kendisini hissettirdiğini söyleyebiliriz. Bir dostum, Türkiye’de de sarışın ve hele uzun saçlı topçuların her zaman bir ‘bonus’tan yararlandığını söyler durur.
Konu Türkiye’de de var
Tipten kazananlar varsa, tipten kaybedenler de vardır. Yirmi yıl kadar önce bir gazete ‘yakışıklı futbolcu’ anketi düzenlemişti. Metin Tekin, Semih Yuvakuran, Aykut Kocaman yarıştılar. Hergeleler bir de ‘çirkin futbolcu’ bahsi açmış, bu unvanı Beşiktaşlı Recep Çetin’e uygun görmüşlerdi. Sonrasını, o zamandır fıkra gibi dinliyoruz: Recep dava açacağını söyler, Metin de uyarır onu: ‘Tamam da, hâkim seni görünce ne diyeceksin?’ Ergenekon davası soruşturmasında da Sedat Peker’in Ali Eren için söyledikleri takılmıştı dinlemeye: ‘Ben ona demiştim o tiple senden futbolcu olmaz diye...’
Ama biliyoruz ki Ali Eren pekâlâ futbolcu oldu, Recep Çetin 4 şampiyonluk gördü, 56 milli maça çıktı. Recep’in Beşiktaş’la özdeşleşmiş, Ali Eren’in de kariyerinin en üst noktasını orada görmüş olması tesadüf mü? 1975’te esrar kaçakçılığı suçundan tutuklanıp 12 yıl Türkiye hapishanelerinde kalışının hikâyesini ‘Karafatmanın Sarayı’ (Kanat Yayınları) adlı çarpıcı kitabında anlatan Daniel Koplowitz’in, on sene kadar önce PostExpress’teki mülakatında söylediklerini hiç unutmuyorum. Hapisteyken gazetelerin spor sayfalarında fotoğraflarını gördüğü Galatasaraylı, Fenerbahçeli futbolcuları düzgün aile çocuklarına benzettiğini hatırlar Koplowitz. Oysa Beşiktaşlılar hiç de ‘güzel çocuklar’ değildir, katil tipli adamlardır. Meâlen aktarıyorum. Koplowitz’i Beşiktaş’a çeken de bu olur. O gün bugündür sıkı Beşiktaş taraftarıdır.
Koplowitz, bir İngiliz. Arjantin Milli Takımı İskoçya’ya bir maça gittiğinde, teknik direktör Carlos Bilardo ilk antrenmanda şunu söylemiş oyuncularına: ‘Burada sokakta gezerken birtakım dişsiz heriflere rastlarsanız, bilin ki ya stoperdirler ya santrfor’. Akşam karanlığında rastlasanız yolunu değiştireceğiniz at hırsızına benzeyen adamlar, özellikle Britanya futbolunda saygın bir mevkiye sahiptir. En azından eski günlerde öyleydi. Futbolu ‘erkek işi’ olarak görenler, sertlikle beraber bir doz gaddarlığı yüceltenler, ‘kız kılıklı’lardan geçtik, ‘temiz yüzlü’lere de pek güven duymazlardı... Bu maçizm aşınsa da tamamen tükenmiş değildir. Sadece Britanya’da değil. Bilhassa stoper milletinin, adam markajı yapan personelin, meslekten yıldırıcı olmaları itibarıyla, biraz it suratlı olmaları makbul değil midir? Haydut kılıklı stoperin prototipi Britanyalı ise (Alman da olabilir), hücumcu milletinde de, pis bir suratın bilhassa Balkanlı golcülere yakıştığını düşünürüm. Stoperde uğursuz surat acımasız sertliğin nişanesi ise, golcüde mendebur çehre adi fırsatçılığın aynasıdır.
Real Madrid kaybetti
Evet, ‘çirkin kral’ların futbolda da tahtı vardır. Şakanın ölçüsünü kaçırmayalım; sahadaki caydırıcılıklarından ötürü kurulmaz bu taht elbette. Karizma güzellikle kaim değildir, güzellik de kaş göz matematiğiyle. Hem futbolun her boya, her fiziğe açık demokrasisi, kaşa göze mi bakacak? Real Madrid erkânı, Ronaldinho’yu almayı düşünmediğini duyururken, ‘fazla çirkin’ gerekçesini kaçırmıştı ağzından. Ronaldinho tipten bir şey kaybetmedi o zaman, ama Real bu çirkinliğiyle bir defa daha kaybetti.
Post a Comment