Futbolda sendikal hareketler..
Futbol bir emek kültürüdür. Sanayi devriminden yüzyıllar sonra kurulan futbol kulüplerine bakıldığında bunu çok daha iyi anlıyoruz. Maden, liman vb emek yoğun işlerde çalışan kişilerin bir araya gelip kurdukları o spor takımları aslında bir birliğin sonucu. Her ne kadar sosyal aktivite olarak futbol oynansa da sendikanın içinde bir futbol olgusu olduğunu çalışma ilişkilerini incelediğimiz zaman rahatlıkla görüyoruz. Peki futbolun içindeki sendika olgusu nasıl? Kimi yerlerde oldukça ses getiren bir şekilde olup, kimi yerlerde ise, mesela bizim ülkemizde, hiç sesi soluğu çıkmamakta. Bu yazının amacı da dünyadaki ve ülkemizdeki futbol sendikalaşması hakkında ufak detaylar vermek olacak.
2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nda sendika kavramı açıkça belirtilmiştir: “Üyelerin çalışma ilişkilerindeki sosyal ve ekonomik hak ve menfaatlerini koruyup, geliştirmek amacıyla kurulan bağımsız ve özel hukuk tüzel kişiliğine sahip örgütlerdir.” (Sen. K. 2/10) Tanımdan da anlaşılacağı gibi ortada bir çalışma ilişkisi ve bunun sonuçlarının korunması var. Çoğu insan futbolculuğu meslek olarak kabul etmese; hatta bunu akıllarına bile getirmese de futbolcunun “ekmek teknesi” aslında ayakları. Bunun yanında “süper ötesi” ligimizin sıradan bir takımda oynayan sıradan bir oyuncunun kısaca hayatına bakalım. Büyük ihtimalle fakir bir ailenin çocuğu olup, en fazla liseye kadar okumuştur. Alt liglerde boş kağıda attığı imzalarla birkaç sene oynar. Şayet şansı da devam ederse birer birer üst liglere tırmanır. Ama aklındaki tek düşünce ne şekilde olursa olsun 3 büyüklere kapak atmaktır. Bu zamana kadar geçen süre en fazla 15 sene olup, kariyerinin sonlarına doğru ancak para kazanmaya başlar. “Eee, peki bize ne bundan?” diyebilirsiniz. Demek istediğim 15 sene boyunca çoğu zaman boş mukaveleye imza atıp hiçbir karşılık almayan, yapılan transferlerde hiçbir söz hakkı olmayan, yaşadığı sakatlıklar sonucu ya da kulübünün uzun zaman vermediği maaşını alamayan bir insandan bahsediyorum. Karşısında güçlü bir rakibi olan ve tek başına hakkını arayamayan bir işçiden bahsediyorum. Madem öyle, bir futbolcu en basitinden bu haklarını nasıl savunacak? Yaşadığı bir sakatlık sonucu daha 25 yaşında futbol hayatı biten bir insan ne yapacak? O güne kadar bildiği tek mesleki eğitimin futbol olduğunu düşünürsek bir de. Bunun yanında emekli olduktan sonra sudan çıkmış balık gibi ortada kalmayacağının garantisi var mı? Tabii ki yok.
Bu soruları sorarken sakın aklınıza transfer ücretleri dünyanın parası olan kişiler aklınıza gelmesin. Futbol sadece birkaç kulübün 50-60 oyuncusuyla oynanmıyor. Basına fazla yansımayan, hakkında hiç yorum yapılmayan bir olay yaşadık bu sene. Türkiye Futbol Federasyonu 3. ligde artık 30 yaş ve üstü oyuncu oynatılmasını yasaklayan bir kanun maddesini uyguluyordu. Bu yasağa karşılık olarak da 3. ligde top koşturan Mahir Kılıç açlık grevine başladı. O ligde bir sürü oyuncu var ve hiçbirinden ses çıkmıyor. Burada bir yanlışlık yok mu? Altyapının gelişmesi ya da gençlere öncelik tanınması amacıyla doğru bir uygulama olarak bakılmasın bu olaya. Altyapı ve gençlere öncelik tanınması başlı başına başka bir yazı konusu olup, başkalarının hakları yenilerek yerine getirmek de son derece saçmadır. Koskoca federasyon karşısında 1 tane alt liglerde top koşturan insan. Gücün ne ki diye de adama sorarlar. (Madde şöyle: 2009-2010 sezonundan itibaren TFF 3. Lig'de 24 yaş ve altı oyuncularla sözleşme yapılabilecek. Ayrıca, 25-30 yaşları arasında en fazla 6 futbolcuyla sözleşme imzalanabilecek. Bunlardan sadece 4 tanesi müsabaka isim listesine yazılabilecek. Kulüpler, futbolcular ile imzalayacakları yeni sözleşmelerdeki süreleri, bu koşulu dikkate alıp belirleyecek. Kaynak: Futbol Federasyonu’nun resmi internet sitesi.)
SENDİKA YEŞİL SAHALARA İNDİ
Türkiye’den örneklerle devam edelim. Son yıllarda futbolda sendikalaşma fikri Fenerbahçe’nin eski oyuncusu Saffet Akbaş tarafından dile getirilmişti. Bu konu hakkında bazı gazetelerde kendisi hakkında röportajlar yapılsa da bu fikir sadece sözde kaldı. Belki bunda da kariyerinin hızlı bir şekilde düşüşü etkili olmuştur. Son olarak da Fatih Terim tarafından sendika oluşturulması hakkında sözler duyduk. Karanlık kişilerle temas halinde olan birinin sendika fikri de “sarı sendika”dan öteye geçemez bence. Ülkemizde sendika topu topu bu kadar. Bir de futbolcuların sendikası var ki onu ne siz sorun ne de ben söyleyeyim. Şu ana kadar herhangi bir icraatını göremedik. Sadece adı var.
Ülkemizden çok az örnek verdikten sonra yine bize benzeyen bir ülkeye Kolombiya’ya bakalım diyorum. Yıllardır iç karışıklıkların yaşandığı, uyuşturucu, rüşvet, mafya, siyasetin bir arada yürüdüğü ve en çok sendikacı ölümlerinin yaşandığı bir ülke. Ve birileri kalkıp “biz bu ülkede, arkadaşlarımız ve kendimiz için yasal haklarımızı savunacak bir birlik kurmak istiyoruz” diyor. Gerçekten yürek ister bu durum. Pacho Castillo’nun bu konu hakkında “Kolombiyalı profesyonel futbolcuların çalışma hakları için verdikleri mücadele” adlı makalesi var ve Serra Bucak tarafından dilimize çevrilmiş. (Futbolistas adlı kitap) Makalede bizi ilgilendiren kısımları inceleyecek olursak, Kolombiya’daki futbolcu birliği (ACOLFUTPRO) için gazete bazı yazılar çıkmış. Futbol kulüplerinin birlik olabildiğini, bir arada hareket ettiklerinden bahsediyor. Madem böyle bu sporun emekçileri de birlik olamaz mı diye güzel olduğu kadar zor bir soru soruyor. Grev yapılması konusunda da bazı bilgiler yer almakta. Futbolu yöneten kişilerin başka şirketlerin sahibi olduğu biliniyor. Kulüp başkanlarının sahip oldukları şirketlerde sendikal örgütlenmeye ne derece izin verdiğinin araştırılması isteniyor. Düşünecek olursak bu şirketlerde ciddi anlamda bir sendikal örgütlenme varsa bu sendikalardan yardım alınabilir ki en doğru tercih bu olur.
Bir diğer öneri de “dayanışma.” Dayanışmayı ise biz futbolseverlerden istiyorlar. Ne de olsa futbolcular da bizim aramızdan çıkan kişiler. Birçoğu yokluktan emekleriyle, yetenekleriyle buralara gelmiştir. Futbolcu halktan kopuk olmamalı görüşünü en iyi burada görüyoruz. Sıradan bir futbol izleyicisi hiçbir şekilde sendikanın anlamını kavrayamaz. Şayet sizler insanların arasına karışıp onlarla işbirliği yaparsanız arkanızda çok büyük bir güç olur. Düşünsenize bir hem koskoca bir sendikal örgütlenme hem de halk. Bu gücün karşısında durmak cidden çok zor olurdu.
Pacho Castillo’nun yazısında yer alan diğer makale ise, ACOLFUTPRO’nun grev karar almasıyla alakalı. Sonuçta Kolombiya Çalışma Bakanlığı tıpkı ülkemizdeki grevler gibi olumlu bir şey demiyor ve grev geçersiz kılınıyor. İşverenler buna karşılık grev kırıcıları devreye sokuyor; taktik ise çok basit. Altyapıdaki oyuncuları maça çıkartarak grev kırıcılık rolü genç emekçilere devrediliyordu. Ülkemize uygularsak bu örneği, Fenerbahçeli oyuncular maça çıkmıyor ve yerine PAF takımından oyuncular çıkıyor. Bu kişiler hayatlarında belki bir daha ele geçemeyecek olan fırsatı çevirir mi? Latin Amerika’dan bir örnek daha verecek olursak; bundan birkaç sene önce Uruguay’ın 1. ligindeki oyuncular grev yaptı. Sebebi ise 2. ligdeki arkadaşlarının ücretlerinin çok düşük olmasaydı. Bizde Mahir Kılıç’a destek çıkan üst düzey bir futbolcu bile yok.
Sonuç olarak futbolda sendikalaşma sürecinin çok sıkıntılı olacağı kesin. İlk olarak spor ülkemizde bir işkolu olarak sayılıyor mu bilmiyorum. Şayet sayılmıyorsa çalışma bakanlığında bunun için çalışma yapılmalı. Ardından bu faaliyetler halka/taraftarlara da anlatılmalı. Alınacak olan bir grev kararıyla maçlar oynanmayacak ve tek eğlencesi hafta sonu maç seyretmek olan birçok insanın canını sıkacaktır. Bu durum karşı taraf için kullanılacak en büyük kozdur. Bunun da önüne geçilmesi gerekiyor.
Sadece isim olarak olmamalı bu sendika. Futbolcular emeklerinin karşılığını, insan gibi yaşama haklarını kazanmak için bu yola başvuruyor. Bu örgütlenmede en üst futbolcu ile en ufak ligde oynayan futbolcu da bir arada olmalı ve aralarında hiçbir fark olmamalıdır. Sendikanın yararları futbolculara açıklanmalı, onların bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Ayrıca sendikanın düzenleyeceği seminerler ile mesleki eğitim kapsamında bilgiler verilmelidir. Böylece sendikaya katılım üst düzeyde olur. Sendikasızlığın en güzel örneğini de basketboldan bir örnekle vereyim. Cemal Nalga olayını hepimiz biliyoruz. Cemal sporcuları bir arada toplayan bir sendikanın üyesi olsaydı durum böyle olmazdı. İlk olarak bu olaylar yaşanmadan önce danışacağı, ardından da kendi hakkını savunacak güçlü bir kurum olacaktı. Yoksa kulüp başkanları modern yaşamın köleleri olan sporcuları, tıpkı bizler gibi, istedikleri şekilde kullanır ve işlerine yaramadıklarını anladıkları anda da kapının önüne bir çöp poşeti gibi koyarlar.
Can METİN/Birgün
2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nda sendika kavramı açıkça belirtilmiştir: “Üyelerin çalışma ilişkilerindeki sosyal ve ekonomik hak ve menfaatlerini koruyup, geliştirmek amacıyla kurulan bağımsız ve özel hukuk tüzel kişiliğine sahip örgütlerdir.” (Sen. K. 2/10) Tanımdan da anlaşılacağı gibi ortada bir çalışma ilişkisi ve bunun sonuçlarının korunması var. Çoğu insan futbolculuğu meslek olarak kabul etmese; hatta bunu akıllarına bile getirmese de futbolcunun “ekmek teknesi” aslında ayakları. Bunun yanında “süper ötesi” ligimizin sıradan bir takımda oynayan sıradan bir oyuncunun kısaca hayatına bakalım. Büyük ihtimalle fakir bir ailenin çocuğu olup, en fazla liseye kadar okumuştur. Alt liglerde boş kağıda attığı imzalarla birkaç sene oynar. Şayet şansı da devam ederse birer birer üst liglere tırmanır. Ama aklındaki tek düşünce ne şekilde olursa olsun 3 büyüklere kapak atmaktır. Bu zamana kadar geçen süre en fazla 15 sene olup, kariyerinin sonlarına doğru ancak para kazanmaya başlar. “Eee, peki bize ne bundan?” diyebilirsiniz. Demek istediğim 15 sene boyunca çoğu zaman boş mukaveleye imza atıp hiçbir karşılık almayan, yapılan transferlerde hiçbir söz hakkı olmayan, yaşadığı sakatlıklar sonucu ya da kulübünün uzun zaman vermediği maaşını alamayan bir insandan bahsediyorum. Karşısında güçlü bir rakibi olan ve tek başına hakkını arayamayan bir işçiden bahsediyorum. Madem öyle, bir futbolcu en basitinden bu haklarını nasıl savunacak? Yaşadığı bir sakatlık sonucu daha 25 yaşında futbol hayatı biten bir insan ne yapacak? O güne kadar bildiği tek mesleki eğitimin futbol olduğunu düşünürsek bir de. Bunun yanında emekli olduktan sonra sudan çıkmış balık gibi ortada kalmayacağının garantisi var mı? Tabii ki yok.
Bu soruları sorarken sakın aklınıza transfer ücretleri dünyanın parası olan kişiler aklınıza gelmesin. Futbol sadece birkaç kulübün 50-60 oyuncusuyla oynanmıyor. Basına fazla yansımayan, hakkında hiç yorum yapılmayan bir olay yaşadık bu sene. Türkiye Futbol Federasyonu 3. ligde artık 30 yaş ve üstü oyuncu oynatılmasını yasaklayan bir kanun maddesini uyguluyordu. Bu yasağa karşılık olarak da 3. ligde top koşturan Mahir Kılıç açlık grevine başladı. O ligde bir sürü oyuncu var ve hiçbirinden ses çıkmıyor. Burada bir yanlışlık yok mu? Altyapının gelişmesi ya da gençlere öncelik tanınması amacıyla doğru bir uygulama olarak bakılmasın bu olaya. Altyapı ve gençlere öncelik tanınması başlı başına başka bir yazı konusu olup, başkalarının hakları yenilerek yerine getirmek de son derece saçmadır. Koskoca federasyon karşısında 1 tane alt liglerde top koşturan insan. Gücün ne ki diye de adama sorarlar. (Madde şöyle: 2009-2010 sezonundan itibaren TFF 3. Lig'de 24 yaş ve altı oyuncularla sözleşme yapılabilecek. Ayrıca, 25-30 yaşları arasında en fazla 6 futbolcuyla sözleşme imzalanabilecek. Bunlardan sadece 4 tanesi müsabaka isim listesine yazılabilecek. Kulüpler, futbolcular ile imzalayacakları yeni sözleşmelerdeki süreleri, bu koşulu dikkate alıp belirleyecek. Kaynak: Futbol Federasyonu’nun resmi internet sitesi.)
SENDİKA YEŞİL SAHALARA İNDİ
Türkiye’den örneklerle devam edelim. Son yıllarda futbolda sendikalaşma fikri Fenerbahçe’nin eski oyuncusu Saffet Akbaş tarafından dile getirilmişti. Bu konu hakkında bazı gazetelerde kendisi hakkında röportajlar yapılsa da bu fikir sadece sözde kaldı. Belki bunda da kariyerinin hızlı bir şekilde düşüşü etkili olmuştur. Son olarak da Fatih Terim tarafından sendika oluşturulması hakkında sözler duyduk. Karanlık kişilerle temas halinde olan birinin sendika fikri de “sarı sendika”dan öteye geçemez bence. Ülkemizde sendika topu topu bu kadar. Bir de futbolcuların sendikası var ki onu ne siz sorun ne de ben söyleyeyim. Şu ana kadar herhangi bir icraatını göremedik. Sadece adı var.
Ülkemizden çok az örnek verdikten sonra yine bize benzeyen bir ülkeye Kolombiya’ya bakalım diyorum. Yıllardır iç karışıklıkların yaşandığı, uyuşturucu, rüşvet, mafya, siyasetin bir arada yürüdüğü ve en çok sendikacı ölümlerinin yaşandığı bir ülke. Ve birileri kalkıp “biz bu ülkede, arkadaşlarımız ve kendimiz için yasal haklarımızı savunacak bir birlik kurmak istiyoruz” diyor. Gerçekten yürek ister bu durum. Pacho Castillo’nun bu konu hakkında “Kolombiyalı profesyonel futbolcuların çalışma hakları için verdikleri mücadele” adlı makalesi var ve Serra Bucak tarafından dilimize çevrilmiş. (Futbolistas adlı kitap) Makalede bizi ilgilendiren kısımları inceleyecek olursak, Kolombiya’daki futbolcu birliği (ACOLFUTPRO) için gazete bazı yazılar çıkmış. Futbol kulüplerinin birlik olabildiğini, bir arada hareket ettiklerinden bahsediyor. Madem böyle bu sporun emekçileri de birlik olamaz mı diye güzel olduğu kadar zor bir soru soruyor. Grev yapılması konusunda da bazı bilgiler yer almakta. Futbolu yöneten kişilerin başka şirketlerin sahibi olduğu biliniyor. Kulüp başkanlarının sahip oldukları şirketlerde sendikal örgütlenmeye ne derece izin verdiğinin araştırılması isteniyor. Düşünecek olursak bu şirketlerde ciddi anlamda bir sendikal örgütlenme varsa bu sendikalardan yardım alınabilir ki en doğru tercih bu olur.
Bir diğer öneri de “dayanışma.” Dayanışmayı ise biz futbolseverlerden istiyorlar. Ne de olsa futbolcular da bizim aramızdan çıkan kişiler. Birçoğu yokluktan emekleriyle, yetenekleriyle buralara gelmiştir. Futbolcu halktan kopuk olmamalı görüşünü en iyi burada görüyoruz. Sıradan bir futbol izleyicisi hiçbir şekilde sendikanın anlamını kavrayamaz. Şayet sizler insanların arasına karışıp onlarla işbirliği yaparsanız arkanızda çok büyük bir güç olur. Düşünsenize bir hem koskoca bir sendikal örgütlenme hem de halk. Bu gücün karşısında durmak cidden çok zor olurdu.
Pacho Castillo’nun yazısında yer alan diğer makale ise, ACOLFUTPRO’nun grev karar almasıyla alakalı. Sonuçta Kolombiya Çalışma Bakanlığı tıpkı ülkemizdeki grevler gibi olumlu bir şey demiyor ve grev geçersiz kılınıyor. İşverenler buna karşılık grev kırıcıları devreye sokuyor; taktik ise çok basit. Altyapıdaki oyuncuları maça çıkartarak grev kırıcılık rolü genç emekçilere devrediliyordu. Ülkemize uygularsak bu örneği, Fenerbahçeli oyuncular maça çıkmıyor ve yerine PAF takımından oyuncular çıkıyor. Bu kişiler hayatlarında belki bir daha ele geçemeyecek olan fırsatı çevirir mi? Latin Amerika’dan bir örnek daha verecek olursak; bundan birkaç sene önce Uruguay’ın 1. ligindeki oyuncular grev yaptı. Sebebi ise 2. ligdeki arkadaşlarının ücretlerinin çok düşük olmasaydı. Bizde Mahir Kılıç’a destek çıkan üst düzey bir futbolcu bile yok.
Sonuç olarak futbolda sendikalaşma sürecinin çok sıkıntılı olacağı kesin. İlk olarak spor ülkemizde bir işkolu olarak sayılıyor mu bilmiyorum. Şayet sayılmıyorsa çalışma bakanlığında bunun için çalışma yapılmalı. Ardından bu faaliyetler halka/taraftarlara da anlatılmalı. Alınacak olan bir grev kararıyla maçlar oynanmayacak ve tek eğlencesi hafta sonu maç seyretmek olan birçok insanın canını sıkacaktır. Bu durum karşı taraf için kullanılacak en büyük kozdur. Bunun da önüne geçilmesi gerekiyor.
Sadece isim olarak olmamalı bu sendika. Futbolcular emeklerinin karşılığını, insan gibi yaşama haklarını kazanmak için bu yola başvuruyor. Bu örgütlenmede en üst futbolcu ile en ufak ligde oynayan futbolcu da bir arada olmalı ve aralarında hiçbir fark olmamalıdır. Sendikanın yararları futbolculara açıklanmalı, onların bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Ayrıca sendikanın düzenleyeceği seminerler ile mesleki eğitim kapsamında bilgiler verilmelidir. Böylece sendikaya katılım üst düzeyde olur. Sendikasızlığın en güzel örneğini de basketboldan bir örnekle vereyim. Cemal Nalga olayını hepimiz biliyoruz. Cemal sporcuları bir arada toplayan bir sendikanın üyesi olsaydı durum böyle olmazdı. İlk olarak bu olaylar yaşanmadan önce danışacağı, ardından da kendi hakkını savunacak güçlü bir kurum olacaktı. Yoksa kulüp başkanları modern yaşamın köleleri olan sporcuları, tıpkı bizler gibi, istedikleri şekilde kullanır ve işlerine yaramadıklarını anladıkları anda da kapının önüne bir çöp poşeti gibi koyarlar.
Can METİN/Birgün
Post a Comment