Hakikatten kaçmanın 1001 yolu..
Pazar akşamı Milan Baros penaltıyı Kocaelispor ağlarına yollasa, ardından uzatmalarda Galatasaray bir karambol golü bulsa ve maç 4-3 bitse ne olacaktı?
Büyük olasılıkla Skibbe yine eleştirilecek ama takımın başında Bordeaux maçına çıkacaktı. Ezeli rakip Fener’in ve üst sıralardaki Trabzon’un yenildiği bir haftadan 3 puanla çıkmış olmak Galatasaraylı yöneticileri ve taraftarı mest edecekti. UEFA’da Bordeaux’u elemek de sorun mu, final cepte keklik görülecekti.
Bütün bunlar sahada oynanan futbol hakikatinin üzerini örtecekti. Oysa maça, yeşil-siyahlı bir takımla, sarı-kırmızılı bir takımın karşılaşması olarak bakarsak sonuç hiç yadırgatıcı değil. Türkiye futbolu hakkında hiçbir şey bilmeyen bir Patagonyalı, maçı seyredip ‘futbolun hakikaten adaleti olduğuna’ hükmedebilir.
Kocaelispor’un zaten gol atma gibi bir sorunu yok. Ligin en çok gol atan takımlarından biri onlar. Sorunları kolay gol yemeleri... Oradan buradan toplanan futbolcular bu zamana kadar mücadele etmemiş, etmeye niyetlenseler bile bir takım uyumu sağlayamamıştı. Takım öne geçtiği maçları kaybediyordu... Gol atarken bireysel beceriler belirleyici olur ama gol yememek için savunma uyumu şart. Belli ki son hocaları Erhan Altın takıma biraz mücadele gücü ve savunma anlayışı vermiş.
Zaten Altın da Galatasaray maçından sonra hakikati bütün çıplaklığıyla dile getirdi. “Göreve geldiğimde takımın kondisyonu sıfırdı. Bir sürü oyuncu gitmiş, bir sürü yeni oyuncu gelmişti” dedi ve ekledi: “Aslında sezon başı hazırlığı en az yedi hafta sürer. Biz şimdi bir yandan sezon başı hazırlığını yapıyoruz, bir yandan da puan toplayıp kümede kalmaya çalışıyoruz.”
Hakikaten, Lig’in ikinci bölümünün başından itibaren bir puan sıralaması yapsanız, Kocaeli zaten Galatasaray’ın üzerinde yer alacak. Kocaeli belki sezon sonunda küme düşecek ama sadece ikinci yarıya göre yapılacak sıralamada üstlerde yer alacak.
Bu da futbolun bir başka hakikatine, transfer tahterevallisine bindiriyor bizi.
Tahterevalli iner çıkar
Daha önce de yazdım. Bu tahterevalli şöyle işliyor. Sezon başında bir sürü transfer yapıyorsunuz. Ayrıca, eski hocanız size olağanüstü başarılar kazandırmamışsa
yeni hocayla anlaşıyorsunuz. Bu kadar ‘yeni’den kısa zamanda uyumlu bir takım
çıkmayacağı için lige kötü başlıyorsunuz.
Hocanız takıma iyi kötü bir oyun anlayışı yerleştirmeye çalışırken her maçtan sonra sonuç üzerinden topa tutuluyor. Eleştiriler siz yönetime dönmeye başlayınca, sezon ortasında bu kez hocayı yolluyor, yeni hoca getiriyorsunuz. Eğer bu işi ocaktan önce yapmışsanız,
yeni oyuncular da alıyorsunuz. Ama esas olarak haziranı dört gözle bekliyorsunuz. Yine bir sürü yeni futbolcu alıp medyaya malzeme vermek ve taraftara umut dağıtmak için.
Haziranda futbolcu, sezon ortasında hoca tarafı iniyor aşağıya tahterevallinin... Bu kararları alan başkan ve yöneticiler tam ortada durduğu için onların dengeleri bozulmuyor. Pekiyi bedeli ne oluyor bunun? Sokağa atılmış milyonlarca dolar... Tekrarlana tekrarlana bir anlamı kalmamış düşünceler, ilkeler, idealler...
Büyük takım da böyle, kümeye yeni çıkmış takım da. Yönetimler hoca ve futbolcu öğüterek, parazit bünyeler gibi sağlıksız biçimde şişiyor. ‘Büyük’ takımla ‘küçük’ takım arasındaki tek fark, büyüklerin tonla, küçüklerin kiloyla para ezmesi... Büyüklerin ‘şampiyonluk’, küçüklerin ‘kümede kalma’ havucunun peşinde koşması...
Bakın hocasını ve takımının iskeletini değiştirmeyen Sivasspor ligin tepesinde... Ligde olmalarında hiçbir mânâ olmayan Ankaraspor ve İBB sırf hoca ve kadro istikrarı yüzünden hep orta sıralarda. Kayseri de öyle. Trabzon üst sıralardaki yerini, yeni bir kadro kurmasına karşın bunu geçen yıl göreve gelen hocasıyla yapmasına borçlu.
Lig mücadelesinin temel bir hakikati var çünkü; “sezon başı takımını kurar, sezon sonu emeğinin karşılığını iyi kötü görürsün. Uygun hocada ısrar edersen eninde sonunda hedefe ulaşırsın”... Biz de ise yönetim her an sil baştan yapabilir. Kolay start alıyoruz ama nedense hep orada kalmak işimize geliyor.
Beşiktaş bu tahterevalli de 60-70 milyon dolar attı sokağa... Tazminatları da eklerseniz 100 milyon doları aşıyor.
Başka nerede tahammül edilir buna?
Hoca gidecek dertler bitecek
O yüzden mesele “Skibbe gitmeli miydi, yoksa hiç gelmemeliydi” meselesi değil. Çene yormanın anlamı yok... O halledildi, sıra Aragones’e geldi. O gidince de başka-
sına sıra gelecek. Geriye bakın, Galatasaray zaten kaç sezondur sezon ortasında hoca yolluyor. Beşiktaş’ın avantajı (!) Ertuğrul Sağlam’ı erken yollayıp Denizli’yi göreve getirmek oldu! Denizli hem yönetimi sakinleştirme, hem de takımın oyun anlayışıyla uğraşma fırsatına sahip oldu! Artık onun da yollanacak hali yok ya!
Aynı şey futbolcu transferleri için de geçerli... Gaziantep, savunma göbeğinde büyük uyum sağlamış Bekir-Deumi ikilisini bozuyor, sırf Real Madrid’de oynamış diye Julio Cesar’ı takıma koyuyor, sonra o dağılan göbekten üç gol yiyor... Takımda ve özellikle de orta alanında ileri geri oynayacak eleman sıkıntısı çeken Trabzonspor, ekimden beri maç yapmamış ve kadroya ocak sonu katılmış Alanzinho’dan medet umuyor. Brezilyalı iyi futbolcu mu, kötü futbolcu mu? Trabzon’a yararlı olur mu? Bunu da kalkıp bir maçta ölçmeye çalışıyoruz. Takımlar kader maçlarını hazırlık maçı niyetine oynuyor.
Sonra da Beşiktaş’ta Gordon Milne’in yedi yıl görev yaptığı yıllara, Fatih Terim’in dört yıl Galatasaray’ın başında bulunduğu ilk dönemine övgüler düzüyoruz. Olumlu ne varsa oradan örnek gösteriyoruz. Bakın o dönem futbolcu olanlar bugün teknik direktör. İşte Bülent Korkmaz. Ee, çırağın kalfa, kalfanın usta olması için belli bir ustanın yanında eğitilmesi gerek. Bu futbolcu da olur, Robson’un rahle-i tedrisinden geçmiş Mourinho adlı bir çevirmen de.
‘Bizi çalıştırır mısınız?’
Bu sıralar Alex Ferguson pek gözde.
İskoç hocanın 22 yıldır Manchester United’ın başında olduğunu sık sık tekrarlı-yoruz ama ilk yıllarında takımın neredeyse küme düşecek hale geldiğini unutuyoruz.
Yabancı hocaları yalvar yakar, açık çek vererek ikna ediyor, kırmızı halıyla karşılıyoruz ama daha sezon bitmeden sanki büyük hainlik yapmışlar gibi yolluyoruz. Mourinho’nun Chelsea’de görevi kabul etmeden önce günlerce sunum yapması ve çalışma koşullarını tartışması bize bir şey ifade etmiyor. Liverpool’a Şampiyonlar Ligi’ni kazandırmış, ayrıca bu ligde final oynatmış Benitez, yetki konusu netleşmediği için hâlâ sözleşme yenilemiyor.
Şimdi Aragones’i yollarsak ligde yabancı hoca kalmayacak. Bir de Cimbom Bordeaux’a elenirse tamamen biz bize kalacağız. Oh ne rahat; uzat ayaklarını, gamsız maç izle. Yerli hocaları günah keçisi yapıp yollamak daha kolay. Tazminat falan da istemezler. Herkes aynı gemide bu âlemde. Kötü adam olmaz istemezler.
Beşiktaş sık sık hoca değiştirdiğinde, bir taraftar, “Yahu ‘Biri Bizi Gözetliyor’ evindeki gibi hocaları Ümraniye’ye toplaya-lım, her hafta biri takımı yönetsin, biz de ‘gitsin kalsın’ oyu verelim” önerisi getirmişti.
Vallahi yapalım. Nasıl toplumsal hakikatlerin yerine, televizyon realiti şovlarının müdahale edilmiş, kurmaca gerçekliğini koyuyorsak, futbolun hakikatlerinin üzerini de ‘bünyemize uygun’ uydurma bir gerçeklikle örtmekteyiz zaten.
25-02-2009/ Radikal
Büyük olasılıkla Skibbe yine eleştirilecek ama takımın başında Bordeaux maçına çıkacaktı. Ezeli rakip Fener’in ve üst sıralardaki Trabzon’un yenildiği bir haftadan 3 puanla çıkmış olmak Galatasaraylı yöneticileri ve taraftarı mest edecekti. UEFA’da Bordeaux’u elemek de sorun mu, final cepte keklik görülecekti.
Bütün bunlar sahada oynanan futbol hakikatinin üzerini örtecekti. Oysa maça, yeşil-siyahlı bir takımla, sarı-kırmızılı bir takımın karşılaşması olarak bakarsak sonuç hiç yadırgatıcı değil. Türkiye futbolu hakkında hiçbir şey bilmeyen bir Patagonyalı, maçı seyredip ‘futbolun hakikaten adaleti olduğuna’ hükmedebilir.
Kocaelispor’un zaten gol atma gibi bir sorunu yok. Ligin en çok gol atan takımlarından biri onlar. Sorunları kolay gol yemeleri... Oradan buradan toplanan futbolcular bu zamana kadar mücadele etmemiş, etmeye niyetlenseler bile bir takım uyumu sağlayamamıştı. Takım öne geçtiği maçları kaybediyordu... Gol atarken bireysel beceriler belirleyici olur ama gol yememek için savunma uyumu şart. Belli ki son hocaları Erhan Altın takıma biraz mücadele gücü ve savunma anlayışı vermiş.
Zaten Altın da Galatasaray maçından sonra hakikati bütün çıplaklığıyla dile getirdi. “Göreve geldiğimde takımın kondisyonu sıfırdı. Bir sürü oyuncu gitmiş, bir sürü yeni oyuncu gelmişti” dedi ve ekledi: “Aslında sezon başı hazırlığı en az yedi hafta sürer. Biz şimdi bir yandan sezon başı hazırlığını yapıyoruz, bir yandan da puan toplayıp kümede kalmaya çalışıyoruz.”
Hakikaten, Lig’in ikinci bölümünün başından itibaren bir puan sıralaması yapsanız, Kocaeli zaten Galatasaray’ın üzerinde yer alacak. Kocaeli belki sezon sonunda küme düşecek ama sadece ikinci yarıya göre yapılacak sıralamada üstlerde yer alacak.
Bu da futbolun bir başka hakikatine, transfer tahterevallisine bindiriyor bizi.
Tahterevalli iner çıkar
Daha önce de yazdım. Bu tahterevalli şöyle işliyor. Sezon başında bir sürü transfer yapıyorsunuz. Ayrıca, eski hocanız size olağanüstü başarılar kazandırmamışsa
yeni hocayla anlaşıyorsunuz. Bu kadar ‘yeni’den kısa zamanda uyumlu bir takım
çıkmayacağı için lige kötü başlıyorsunuz.
Hocanız takıma iyi kötü bir oyun anlayışı yerleştirmeye çalışırken her maçtan sonra sonuç üzerinden topa tutuluyor. Eleştiriler siz yönetime dönmeye başlayınca, sezon ortasında bu kez hocayı yolluyor, yeni hoca getiriyorsunuz. Eğer bu işi ocaktan önce yapmışsanız,
yeni oyuncular da alıyorsunuz. Ama esas olarak haziranı dört gözle bekliyorsunuz. Yine bir sürü yeni futbolcu alıp medyaya malzeme vermek ve taraftara umut dağıtmak için.
Haziranda futbolcu, sezon ortasında hoca tarafı iniyor aşağıya tahterevallinin... Bu kararları alan başkan ve yöneticiler tam ortada durduğu için onların dengeleri bozulmuyor. Pekiyi bedeli ne oluyor bunun? Sokağa atılmış milyonlarca dolar... Tekrarlana tekrarlana bir anlamı kalmamış düşünceler, ilkeler, idealler...
Büyük takım da böyle, kümeye yeni çıkmış takım da. Yönetimler hoca ve futbolcu öğüterek, parazit bünyeler gibi sağlıksız biçimde şişiyor. ‘Büyük’ takımla ‘küçük’ takım arasındaki tek fark, büyüklerin tonla, küçüklerin kiloyla para ezmesi... Büyüklerin ‘şampiyonluk’, küçüklerin ‘kümede kalma’ havucunun peşinde koşması...
Bakın hocasını ve takımının iskeletini değiştirmeyen Sivasspor ligin tepesinde... Ligde olmalarında hiçbir mânâ olmayan Ankaraspor ve İBB sırf hoca ve kadro istikrarı yüzünden hep orta sıralarda. Kayseri de öyle. Trabzon üst sıralardaki yerini, yeni bir kadro kurmasına karşın bunu geçen yıl göreve gelen hocasıyla yapmasına borçlu.
Lig mücadelesinin temel bir hakikati var çünkü; “sezon başı takımını kurar, sezon sonu emeğinin karşılığını iyi kötü görürsün. Uygun hocada ısrar edersen eninde sonunda hedefe ulaşırsın”... Biz de ise yönetim her an sil baştan yapabilir. Kolay start alıyoruz ama nedense hep orada kalmak işimize geliyor.
Beşiktaş bu tahterevalli de 60-70 milyon dolar attı sokağa... Tazminatları da eklerseniz 100 milyon doları aşıyor.
Başka nerede tahammül edilir buna?
Hoca gidecek dertler bitecek
O yüzden mesele “Skibbe gitmeli miydi, yoksa hiç gelmemeliydi” meselesi değil. Çene yormanın anlamı yok... O halledildi, sıra Aragones’e geldi. O gidince de başka-
sına sıra gelecek. Geriye bakın, Galatasaray zaten kaç sezondur sezon ortasında hoca yolluyor. Beşiktaş’ın avantajı (!) Ertuğrul Sağlam’ı erken yollayıp Denizli’yi göreve getirmek oldu! Denizli hem yönetimi sakinleştirme, hem de takımın oyun anlayışıyla uğraşma fırsatına sahip oldu! Artık onun da yollanacak hali yok ya!
Aynı şey futbolcu transferleri için de geçerli... Gaziantep, savunma göbeğinde büyük uyum sağlamış Bekir-Deumi ikilisini bozuyor, sırf Real Madrid’de oynamış diye Julio Cesar’ı takıma koyuyor, sonra o dağılan göbekten üç gol yiyor... Takımda ve özellikle de orta alanında ileri geri oynayacak eleman sıkıntısı çeken Trabzonspor, ekimden beri maç yapmamış ve kadroya ocak sonu katılmış Alanzinho’dan medet umuyor. Brezilyalı iyi futbolcu mu, kötü futbolcu mu? Trabzon’a yararlı olur mu? Bunu da kalkıp bir maçta ölçmeye çalışıyoruz. Takımlar kader maçlarını hazırlık maçı niyetine oynuyor.
Sonra da Beşiktaş’ta Gordon Milne’in yedi yıl görev yaptığı yıllara, Fatih Terim’in dört yıl Galatasaray’ın başında bulunduğu ilk dönemine övgüler düzüyoruz. Olumlu ne varsa oradan örnek gösteriyoruz. Bakın o dönem futbolcu olanlar bugün teknik direktör. İşte Bülent Korkmaz. Ee, çırağın kalfa, kalfanın usta olması için belli bir ustanın yanında eğitilmesi gerek. Bu futbolcu da olur, Robson’un rahle-i tedrisinden geçmiş Mourinho adlı bir çevirmen de.
‘Bizi çalıştırır mısınız?’
Bu sıralar Alex Ferguson pek gözde.
İskoç hocanın 22 yıldır Manchester United’ın başında olduğunu sık sık tekrarlı-yoruz ama ilk yıllarında takımın neredeyse küme düşecek hale geldiğini unutuyoruz.
Yabancı hocaları yalvar yakar, açık çek vererek ikna ediyor, kırmızı halıyla karşılıyoruz ama daha sezon bitmeden sanki büyük hainlik yapmışlar gibi yolluyoruz. Mourinho’nun Chelsea’de görevi kabul etmeden önce günlerce sunum yapması ve çalışma koşullarını tartışması bize bir şey ifade etmiyor. Liverpool’a Şampiyonlar Ligi’ni kazandırmış, ayrıca bu ligde final oynatmış Benitez, yetki konusu netleşmediği için hâlâ sözleşme yenilemiyor.
Şimdi Aragones’i yollarsak ligde yabancı hoca kalmayacak. Bir de Cimbom Bordeaux’a elenirse tamamen biz bize kalacağız. Oh ne rahat; uzat ayaklarını, gamsız maç izle. Yerli hocaları günah keçisi yapıp yollamak daha kolay. Tazminat falan da istemezler. Herkes aynı gemide bu âlemde. Kötü adam olmaz istemezler.
Beşiktaş sık sık hoca değiştirdiğinde, bir taraftar, “Yahu ‘Biri Bizi Gözetliyor’ evindeki gibi hocaları Ümraniye’ye toplaya-lım, her hafta biri takımı yönetsin, biz de ‘gitsin kalsın’ oyu verelim” önerisi getirmişti.
Vallahi yapalım. Nasıl toplumsal hakikatlerin yerine, televizyon realiti şovlarının müdahale edilmiş, kurmaca gerçekliğini koyuyorsak, futbolun hakikatlerinin üzerini de ‘bünyemize uygun’ uydurma bir gerçeklikle örtmekteyiz zaten.
25-02-2009/ Radikal
Post a Comment