Header Ads

Bir kafa şişirme sanatı olarak futbol spikerliği..

Konu başka, ama değinmeden geçmek olmaz. Güncel bir polemik: Kadından futbol spikeri olur mu? Acil cevap: Hemen şimdi, ne olur! Lakin, nefsimizi haddinden fazla ‘bas’a boğan bu havayı ancak yoğunlaştırılmış ‘soprano’ esintisi dağıtabilir. Bu vesileyle, kadın spiker Semahat Özdoğan Arslaner’e dört kadın hakemin yönettiği Ankara-Eskişehir maçını sunduran TRT’ye saygılarımızı sunarız. Hadisenin ‘kadınlar matinesi’ kıvamında sembolik bir durum olduğunu anlarsak üzülürüz. Öte yandan mevzubahis olan sesin gramajı değil, içeriği. Kadın da olsa erkek de olsa, seslerinin ayarını zekâdan, izandan ve vicdandan yana yapmıyorlarsa, ne halleri varsa görsünler, yeter ki ekrana fazla ilişmesinler. Gelelim şu ‘bas-bariton’ ahaliye: Hiç kimsenin ses tellerine gıcık kapacak değiliz. Lakin dil ve akıl ayarı arasındaki ‘pas’ bağlantıları koptuğu zaman da canımız sıkılıyor. Uzatmayalım: Futbol güzel oyun. Güzel olduğu için de, her türlü melanetine rağmen, bağrımıza taş basıp seyreyliyoruz âlemi. İstiyoruz ki, oyunla aramıza kimse girmesin; bari şu 90 dakikalık ibadete kimse karışmasın, ‘seküler’ bir faaliyet olsun. Olmuyor, olamıyor, cemi cümle ‘futbolun ruhbanları’ bizi ‘dinden, imandan’ soğutuyor. Öncelikle şöyle, başta TRT, NTV ve hatta Digitürk spikerleri olmak üzere, koca bir camiayı tenzih edelim.
Kıllanmanın, kıpraşmanın mazisi eski. Lakin bir akşam, tüm melûn saldırılar üst üste gelince, hadiseye müdahale etmek farz oldu: Memleket takımları peşi sıra sahneye çıkacak, biz de mekân sahibinin inisiyatifinde kanallar arası sörf yapacağız. Radyo seansı gibi TV seansı. Ve fakat, o da ne! Ekrandan tanıdık bir ses geliyor: ‘Eveeeaatttt sevgiliiii seyircileeerrrr!’. Arkadaşımın bünye anında tepki veriyor: ‘Eyvah abi, duydun mu sesi!’ Peşi sıra isim de veriyor. Biz vermeyelim, lazım değil... Bahsettiği ne taraftar, ne tezahürat, ne de tribün anonsu; bildiğiniz sunucu sesi. Peki bir sesten neden bu kadar ürküyoruz? Anlatalım, bir de not düşerek: Az sonra yapmaya çalışacağımız muhabbet, mizansenleri ile genel bir muhabbettir. Asılları ise kayıtları ile sebildir. Temini ise sanal âlem marifeti ile mümkündür. Söyleyecek, alıntılayacak çok hadise vardır, ‘of ki ne of’tur.
* Oyundan önce
Maçın başlamasına dakikalar kalmıştır. Ortam her daim ‘süperdir’. En azından bize anlatılan budur. Sunucu burada genelde takımla beraber ısınır, tabii bizi de yavaş yavaş ısıtmaya başlar. Ortada daha maç olmadığından, dilek ve temennilerini yurdun dört köşesi ile paylaşır. Göstereceği performans, kumandadaki ‘ses kısma’ noktasının parmağımız tarafından ezberlenme süresini belirler.
Mizansen: Evet sevgili seyircilerrrr, yine güzel bir İstanbul akşamındaaaa, daaa, daa, da... O kadar güzel bir akşam ki sayın seyirciler kendime bir Tarabya’da taverna akşamı hediye ediyorum. İzninizle! Ali Sami Yen’deyiz. Evet evet Samiiii Yennnn... Ama burası ne Ortadoğu ne Japonya, burası Türkiyeeeaaa; biz Türk’üz, Tüüüürkkk... Ne Sami’yiz, ne yen kullanırız... Havasına suyuna deli oluruz, hangi çılgın bize zincir vuracakmış şaşarız...
* Zararlı ve kofti bilgi
Etki alanı tüm yayındır. Zararlı olanı, insanı bu topraklardan soğutur, kofti olanı ise duyma sorunu yaratır. Bir kere bu sunucu tipi, ‘ecnebi’ hakem hatalarından, rakip oyuncu-hoca-taraftar hareketlerinden ufak çaplı bir ‘milli tarih, milli coğrafya’ dersi çıkartmaya fena halde teşnedir. Bazı bazı kendinden geçer, ağzı sulanır, ‘tükürsek boğarız’lara gark olur. Ağır, leş bir şoven dil, hesapsız kitapsız tüm oyunu bize zindan eder. Diğeri de oyunun yavaşladığı, ‘topun oyunda olmadığı süre boyunca’ (ağır klişe) üzerimize boca edilen, topçunun-hocanın-el âlemin özel hayatına dair artık nereden edinildiği bile belli olmayan ipe sapa gelmez magazindir.
Mizansen: Ve top Suleymanou’nun ellerinde adeta eriyor. Suleymanou demişken... Evet, sayın seyirciler... Bu Suleymanou’nun babası çok asabi, kendisi de çok hınzırmış. Her yaramazlık yaptığında babası bunun ellerine vurduğundan, eller olmuş Diyarbakır karpuzu gibi. İşte bir gün Suleymanou elleriyle amuda kalkıp gezerken, hocası fark etmiş ve ona kaleci olmasını söylemiş. Böylece Suleymanou’nun başarılı kariyeri başlamış...
* Topçunun isminden malumat üretmek
En sevilen spiker sanatı. Mazisi derindir. Laubalilik boyutu, anlatıcının yaratı kapasitesine göre tavan yapabilir. Allah’tan eski Galatasaraylı Falco Götz bu zamanlara yetişmedi. Hoş John Benjamin Toshack yetişti ama ona da ekranda bir şeyler demek ‘yemedi’. Malum, bio-politik hassasiyetler... Zaten bu zihniyet için ismin muhteviyatı önemli değildir. Garip bir şekilde her durumda, isimden bir malumat üretilir.
Mizansen: Goooolll, gooolll, gooll... Aleeexxxx, Alexxxx, dubleexxxx... Bu golle, Alex kaleye dublexini dikti sayın seyirciler. Darısı triplexin başına. Anlaşılıyor ki, bu takım Alex’i gayrimenkul zengini yapacak. Ehi ehi ehi... (Bazı bazı sunucu kendi gülme efektini kendi verir, esprisini sever, ona iyi bakar, bakılmasını ister)...
* Hareketten fantezi üretmek
‘B’estetik alan. Bet estetik, bet bestecilik yani... Topçu hele hele ‘bizimkiler’den biri ise, attığı çalımlar, yaptığı artistik hareketler bu tip spikerlerde patetik bir etki yaratır. Bir hareket bahane edilerek, musikiyle, edebiyatla, yetmedi cemi cümle beşeri ilimlerle garip garip ilişkiler kurulup akla zarar laflar yumurtlanır.
Mizansen: Ardaaa, Ardaaa, Ardaaa... Âlem sana gıptaaa... O ne çalımlar öyle... Kör kuyularda merdivensiz bıraktın adamları, sahanın ortasında bak yelkensiz bıraktın, öylesine yıktın ki inançlarını, betlerini bensiz, semtlerini sensiz bıraaaktınnn... Aman Allahımm, biri bana dur desin sayın seyircileerrr, biri Arda’ya duuurr desiiinnn... (Mizansene bakıp da aldanılmasın; genelde edilen kelam, ilkokul merasimi kıvamındadır. Merasimlerimizi tenzih ederiz)...
* Şom ağız
Bir de bu tip sunucular nedense pek bir uğursuzdur genelde. Sunucu, sevdiğimiz topçu ayağına topu alıp da varyeteye başladı mı veya pozisyona girdi mi, kendinden geçer ve güzellemelere başlar. İşte bu hallerde, duruma alışık kaşar izleyici olarak veririz efekti: ‘Aman abi bir sus, ne olur, açma yine şom ağzını, amannn, aahhh, aha kaptırdı işte... Hay ben senin gibi spikerin...’ Sunucu ise sanki milyonların ‘güzel’ duygularını duymuş gibi, ya sessizliği ya da kesif bir U dönüşünü tercih eder.
* Gol sonrası böğürmek
En fenası... Özellikle ‘milli’ hallerde zıvanadan çıkılır. Genelde ‘gol’ sesinin fonotik kıvamı anlaşılmaz. Direkt sunucunun böğründen çıkan sesle temas ederiz. Mikrofonun yerinde olmak istemeyiz. Peşi sıra yapılan topçu güzellemesi ise akıllara ziyandır. İtinayla gol sevincimiz kursağımızda bırakılır. Legaliteyi istismarın en bedbaht halidir...
Mizansen değil gerçek: ‘Geeeeaaaaoooohhhaaaaaallllll...’ Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi maçında attığı, pek güzel bir golden sonra sunucu, gol ve oha ünlemlerini birbirine katarak gole hem seviniyor, hem de şaşıyor. Görüldüğü gibi bizim memlekette gole her daim gol denmiyor sayın okuyucular. Hani benzetmeyse, bizde de var...
* (Yenen) Gol sonrası dağılmak
Kesif bir ‘sessizlik’ hali... Milli durumlarda çok sık başvurulan bir tepkimedir. Peşi sıra gelen ilk ses: ‘Maalesef... Maalesef...’tir. Eğer bir sepet gol yenmişse artık duruma alışılmıştır. ‘Halbuki maça ne güzel başlamıştık’, ‘Maçın hâkimi bizdik’ gibi teraneler alır yürür. Artık golü kim atmış, nasıl atmış, tahmininize kalır. Bülbül sunucunun diller lâl olur. Aslında, bu bir ‘Hassss...’ efektidir. Lakin her şeyin bir haddi hududu vardır, zaten seyirci gerekli sinkaf külliyatını yeterince ortama verir. Sunucuya gerek yoktur bu durumlarda. Sıkıntılı pozisyonlarda, ‘sahaya girme efekti’ ise muhteşemdir. Bu tip ortamlarda ‘Haydi, aman, aferin, at onu, vur ona, yapma, etme’ gibi direktiflerle, oyuna yabancılaşma efektiniz tamamen silikleşir.
Maziden bir mizansen: ‘Recepp... Receeep... Ammmaannn Receeepppp... Ammaannnn... Eaaaahhhhh....(Gol ve sessizlik)... Yapma Recep!’ (Baştaki yatay tepkime, gol ve sessizlik sonrası yerini dikey ve net bir tepkimeye bırakır. Bunu duyduğunuz an, sunucunun oyuna yeniden dahil olduğunu anlarsınız. Zararsız bir tepkimedir).
* Yorumcuyla ilişki
Akla ve yorumcuya zarar bir tuluat. Gariptir, bu tip sunucu yanına genelde âkil adamlar verirler. Maçın çapına göre, âkil adamlar çeşitli ‘çatlama’ seansları geçirir veya biz öyle zannederiz, zannetmek isteriz. Ama bu âkil bünyeler bir o kadar da ketumdur; hem sunucuya muhabbet gösterir, hem de sıkıntısını dışarı vurmazlar. Ha bir de sunucu yanına, sunucu tipi yorumcu gelir ki, o zaman maç olur size hisseli harikalar kumpanyası...
Mizansen veya gerçek: Sunucu: Sayın X buna maçın kırılma noktası diyebilir miyiz!
Sayın X: Sunucuuu, daha maçın başları sayılır. Ne kırılma noktası... Daha çok var. Basket bu, hiçbir şey belli olmaz. İkide bir kırılma noktası demeyi bırak. Maç kırılırsa ben sana söylerim... (Bu arada maç başlayalı birkaç dakika oluyor. Sunucu ve X gerçek karakterlerdir. Hatırlatma için Ekşisözlük’e teşekkürler).Son söz yerine, bir talep yayıncı kuruluşlardan... Maç anlatımı sırasında, seyirci sesini yok etmeyen, tercihli ‘sunucu sesini kısma’ opsiyonu da olsa ya ekranda. Sağlam sevap yazar, yeni üyeler kazanırsınız, bizden söylemesi...

radikal/12-09-09

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.