Header Ads

Piyasacı rekabetten güzellik çıkar mı?

Süper Lig’de son iki haftaya girilirken, şampiyonluk ve kümede kalma mücadelesindeki çekişme tansiyonu ve gerilimi iyice yükseltiyor.
Buna bağlı olarak spor alanlarında tanık olduğumuz çirkinlikler de giderek artıyor. Piyasacı rekabeti, gerilimi körükleyen ve bunlar üzerinden rant hesapları yapan mevcut anlayışla spor alanlarında güzellikler yaratmak tabii ki mümkün değil. Yöneticisinden teknik adamına, futbolcusundan taraftarına ve medyasına kadar herkes kendisini bu çirkinlikler girdabına kaptırmış gidiyor. Ortada futbol adına kayda değer bir şey olduğu da söylenemez. Medya ise bütün bu olumsuzlukları görmezden gelip gidişatı, “büyük heyecan”, “nefes kesen mücadele” gibi ilgi çekici(!) nitelemelerle makyajlama derdinde. Satış çıkarları şimdilik bunu gerektiriyor çünkü. Yerine göre gerilimden medet umdukları gibi yeri gelince işin estetiğini, nostaljisini ön plana çıkarıp futbolu idealize etmeyi de iyi bilirler. Şampiyonluğa, elde edilen sportif bir başarının çok çok ötesinde, neredeyse tüm bir hayatın akışını etkileyecek kadar abartılı anlamlar yüklemeleri bunun örneği değil mi? Öte yandan, kümede kalma mücadelesini ise bir hayat-memat meselesine dönüştürüp gerilimin yükselmesine hatırı sayılır bir katkı yapmaktan da geri durmazlar.
Sezonun en renkli, en heyecan verici güzelliği Sivas’ın başarılı performansı kuşkusuz. Ama bu başarının altında, ne farklı bir söylem ne de farklı bir uygulama var. Böyle olduğu anlaşılınca da heyecandan eser kalmıyor ne yazık ki. Diğerleriyle benzer söylem, tavır ve uygulamaların, farklılık beklentisinde olanlar için hayal kırıklığı yaratması kaçınılmaz. Hayal kırıklığında başrol ise medyaya malzeme olabilmek için yanıp tutuşan Bülent Uygun’un. Sivas’ın büyük başarısına karşın, konuşmaları ve davranışları göz önüne alındığında Bülent Uygun’un ülke futboluna katkı yapacak kapasitede bir teknik adam olduğu iddia edilebilir mi? Bülent Uygun sürekli olarak futbolda devrim yapmaktan söz ededursun şurası artık iyice ortaya çıktı ki, Sivas’ın olası şampiyonluğu, Türkiye’de bu mutluluğu yaşayan 5. takım olarak adını tarihe yazdırmanın dışında, zihniyet, anlayış ve kültür açısından hiçbir yenilik ve farklılık getirmeyecek. 
GERİLEN GERİLENE
Sezon sonu yaklaştıkça futbolcuların yanı sıra teknik adamların da kendilerini kontrol etmekte zorlandıkları gözleniyor.
Futbolcuların kendi işlerine bakacakları yerde hakemlere işlerini öğretmeye kalkışmaları yetmezmiş gibi son zamanlarda teknik adamlar da benzer davranışlar sergilemeye başladı. Gergin atmosfer, en sakin teknik adamlar olarak bilinen Mustafa Denizli ve Aykut Kocaman’ı bile -hem de ortada öyle dişe dokunur bir sebep olmadığı halde- çileden çıkarabiliyor. Aykut Kocaman maçın devre arasında hakemlerin karşısına geçmiş adeta onlara brifing veriyor. Mustafa Denizli ise kendisine ait alandan çıkıp yan hakeme fırça atıyor(!) Öfke tripleri teknik adamlar için olmazsa olmaz davranışlar arasında anlaşılan. Teknik adamlar soğukkanlılığını yitirir ve hakemlere öfke saçarlarsa, futbolcuların hakemlerin her kararına itiraz etmesine diyecek söz kalır mı? Bu tür davranışların tribünlerde çok daha vahim sonuçlar doğuracak biçimde karşılık bulabileceği de unutulmamalı.
Bursasporlu futbolcular son saniyelerde yedikleri golün acısıyla(!) hakemin üzerine yürüyorlar. Kendi hatalarını sorgulamaktansa, “hakem yüzünden yenildik” demek çok daha kolay ne de olsa. Tabii bu arada, ilk yarıdaki maçta Trabzonspor’u ofsayt bir golle yendiklerini de hatırlamıyorlar besbelli. 
Bütün bunlar, hakem hatalarını oyunun bir parçası olarak kabul edecek bilince ve olgunluğa erişmek için daha alınması gereken çok yol olduğu gerçeğini ortaya koyuyor…
TRİBÜNLER KENDİ HAVASINDA
Tribünler ayrı bir alem. Küfür ve kavga hiç eksik olmuyor… G.Saraylı taraftarlar 19 Mayıs dolayısıyla F.Bahçe ile oynanması gündeme gelen “dostluk derbisi”ne tepkililer. “F.Bahçe senden dost olur mu?” diye bağırıyorlar. Dostluğu pekiştirmek amacıyla oynanması planlanan derbinin, düşmanlıktan beslenen bağnaz taraftarlarca bu biçimde algılanması hiç de şaşırtıcı değil. Futbolun yönetimi elinde tutanların, futbolun gidişine yön verenlerin ektikleri rüzgara karşılık biçtikleri fırtınadan başka bir şey değil bu durum. Yıllardır rant hesaplarıyla ellerini ovuşturarak fanatizm ektiler, karşılığında ne gibi bir spor kültürünün oluşmasını bekliyorlardı ki?
Golü atan takımın taraftarları, “… ... olamazsın şampiyon” ya da “... kümeye” şeklindeki yıllanmış tezahüratlarla ilgili takıma gönderme yapmayı ihmal etmiyorlar... Yaratıcılık, yeni tezahüratlar üretmelerine izin vermeyecek denli kısıtlı. Beğenmedikleri kararlarının ardından hakemler için uygun gördükleri “cinsel tercihi” seslendirmeleri ise artık klasikler arasında. Tabii hayal kırıklığıyla sonuçlanan maçların ardından tribünlerdeki koltukları parçalayıp sahaya ya da rakip taraftarlara fırlatma işini de hiç aksatmıyorlar. Sportif ve insani değerlerin pek bir geçerliliğinin bulunmadığı bu ortamdan çıkacak takımlar Avrupa kupalarında boy gösterecekler. İşte o zaman ne kadar sığ ve yoz bir futbol kültürüne ve de ne kadar düşük bir futbol kalitesine sahip olduğumuz, bir kez daha anlaşılacak.
Mehmet Yazanlar/Evrensel

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.