Haftanın yazısı: 'Yorumcuların bilinçaltı yansımaları'
Banu K. Yelkovan
Galatasaray-Hacettepe maçının sonlarına doğru, Lincoln kendi yarı sahasından aldığı bir topu ayağının üzerinde sektirdi, sonra bir daha sektirdi, sonra bir daha sektirdi, sonra bir daha sektirdi ve yarı sahayı böyle top sektire sektire geçti. Galatasaray o sırada galip durumdaydı, herhangi bir Hacettepeli de topa müdahale etmedi. Pek çoğumuz için maç içinde ilginç bir pozisyondu. “Aaa Lincoln’e bak” dedik, geçtik.
Akşam Erman Toroğlu maçı yorumlarken bu pozisyonun herkes için aynı anlamı taşımadığını öğrendik. Toroğlu, aynen bu kelimelerle, “Ben Hacettepeli olsam, bu hareketten sonra Lincoln’ün peşine takılırdım” dedi. Şansal Büyüka’nın “Kötü örnek olma hocam” müdahalesi sonrasındaysa, “Ben takılırdım ama onlar takılmasınlar” diye düzeltti!..
NTV’de Rıdvan Dilmen Lincoln’ün bu tarz hareketlerine o geçenlerde attığı topuk golü sonrası tavrını zaten koyduğu için müsterihti. Maçın ‘kural-hakem-neyse ne’ hatası yüzünden tekrar edileceğinden emindi de çarşamba mı oynansın, sonraya mı kalsın 11’e 11 mi oynansın yoksa hata yapılan andan mı başlasın onun kararını vermeye çalışıyordu.
Sözleşmeyi okuyan kim
O sırada Stadyum’da Hakan Şükür içinde Hakan Şükür geçen cümleler kuruyordu: “Hakan Şükür tipinde bir oyuncu almadan Hakan Şükür’ü satamazsınız” gibisinden. Sonra “Bu çok önemli bunu söylemem lazım” diyerek şunları anlattı: “Takımda, rakamı sadece fikir olsun diye öylesine söylüyorum, genç ve yetenekli bir oyuncu diyelim 300 alıyor, hemen yanında oynayan yabancı meslektaşı 3,5 milyon alıyor. Ama bu genç oyuncu Avrupa’ya gitmek istediğinde kulüp onu transfer etmek isteyen kulüpten 10 milyon istiyor. Şimdi kontratlarda yazan maddeye göre kulüp istediğinin en az yüzde 20’sini oyuncuya vermek zorunda ama bizde kontratları okuyan kim? Zaten dikkat ederseniz bu yabancılar hiç ‘maç başı’ kontratlara imza atmazlar. Sonra Konya’da saha buzlu gitmez, deplasmana gitmez... O zaman insan, ‘O kaç lira alıyor, ben kaç lira alıyorum. O Konya’ya gelmedi. Ben geldim. O oynamıyor. Ben oynuyorum’ diye düşünüyor ve etkileniyor” dedi. Kazanılan şampiyonluklarda hep bir ‘ruh’tan bahsedildiğini ama bu ruha dahil olan yabancı oyuncuya hiç rastlamadığını sözlerine ekledi.
“Biz bütün bunları klişe zannediyorduk, meğer hepsi gerçekmiş” ruh halinde dinledik. Hadi Erman Toroğlu yoruma yer bırakmayacak kadar net bir şekilde “Gidin adamın bacağını kırın” diyordu da Hakan Şükür’ü hangi kategoriye koymalıydık acaba? Kendisine atfedilen bütün ‘hizipçiliği’ kendi ağzıyla itiraf etmesini üzülmeden seyretmeli miydik? Futbolcular kontratlarını (bile) okumuyorlarsa bunun suçlusu da biz miydik? Yoksa koşmaktan nabız 180 atar, beyne oksijen gitmezken, bir yandan da takım arkadaşını yan gözle keserek “O kaç alıyor, ben kaç alıyorum?” diye düşünebiliyor yetenekte, onlara özellikle pas atmıyor beceriklilikte olmalarını takdir mi etmeliydik? Belki de takım içinde takım yaratmaktan, yabancıları takımdan saymamaktan, sen-ben ayrımı yapmaktan, genç Türk futbolcuları isyana teşvik etmekten suçlu bulup sadece ayıplamalı mıydık? Ya da kendisi de birden fazla ülkede ‘yabancı’ olmuş ve o ya da bu sebeple yapamamış birinin bilinçaltı yansımaları olarak ilgiyle dinlemekle mi yetinmeliydik?
Geçen sene yediği tekmelerden hayata küsmüşken kimse kendisi hakkında bu kadar konuşmayan Lincoln meğer nelere kadirmiş, bu sayede onu da anladık.
Üyesi olduğum bir mail liste düşen mesajı konuyla ilgili en iyi yorum olarak aynen alıntılıyorum: “Lincoln’un top sektirdiği dünkü maçtan sonra Futbol Federasyonu acilen toplansın ve desin ki gol sonrası yengeç dansı yapmak, gol sonrası tribünlere sus işareti yapmak, kucağında bebek varmış gibi kolları sağa sola sallamak, röveşata ile gol atmak veya buna teşebbüs etmek, bacak arası atmak veya denemek, topu rakibin sağından atıp solundan geçmek, kaleye 25 metreden daha uzak yerden saatte 70 km hızı geçebilecek ve üç direk arasını hedefleyen rakibi aşağılayıcı şut atmak ikinci bir emre kadar yasaklanmıştır.” Evet, aynen böyle desin ki cümleten rahatlayalım...
not: Bu yazı 2 Aralık 2008 tarihinde Radikal gazetesinde yayımlanmıştır.
not2: Bundan böyle her çarşamba bir futbol yazısını bu köşeye taşıyacağım . İyi okumalar.
Galatasaray-Hacettepe maçının sonlarına doğru, Lincoln kendi yarı sahasından aldığı bir topu ayağının üzerinde sektirdi, sonra bir daha sektirdi, sonra bir daha sektirdi, sonra bir daha sektirdi ve yarı sahayı böyle top sektire sektire geçti. Galatasaray o sırada galip durumdaydı, herhangi bir Hacettepeli de topa müdahale etmedi. Pek çoğumuz için maç içinde ilginç bir pozisyondu. “Aaa Lincoln’e bak” dedik, geçtik.
Akşam Erman Toroğlu maçı yorumlarken bu pozisyonun herkes için aynı anlamı taşımadığını öğrendik. Toroğlu, aynen bu kelimelerle, “Ben Hacettepeli olsam, bu hareketten sonra Lincoln’ün peşine takılırdım” dedi. Şansal Büyüka’nın “Kötü örnek olma hocam” müdahalesi sonrasındaysa, “Ben takılırdım ama onlar takılmasınlar” diye düzeltti!..
NTV’de Rıdvan Dilmen Lincoln’ün bu tarz hareketlerine o geçenlerde attığı topuk golü sonrası tavrını zaten koyduğu için müsterihti. Maçın ‘kural-hakem-neyse ne’ hatası yüzünden tekrar edileceğinden emindi de çarşamba mı oynansın, sonraya mı kalsın 11’e 11 mi oynansın yoksa hata yapılan andan mı başlasın onun kararını vermeye çalışıyordu.
Sözleşmeyi okuyan kim
O sırada Stadyum’da Hakan Şükür içinde Hakan Şükür geçen cümleler kuruyordu: “Hakan Şükür tipinde bir oyuncu almadan Hakan Şükür’ü satamazsınız” gibisinden. Sonra “Bu çok önemli bunu söylemem lazım” diyerek şunları anlattı: “Takımda, rakamı sadece fikir olsun diye öylesine söylüyorum, genç ve yetenekli bir oyuncu diyelim 300 alıyor, hemen yanında oynayan yabancı meslektaşı 3,5 milyon alıyor. Ama bu genç oyuncu Avrupa’ya gitmek istediğinde kulüp onu transfer etmek isteyen kulüpten 10 milyon istiyor. Şimdi kontratlarda yazan maddeye göre kulüp istediğinin en az yüzde 20’sini oyuncuya vermek zorunda ama bizde kontratları okuyan kim? Zaten dikkat ederseniz bu yabancılar hiç ‘maç başı’ kontratlara imza atmazlar. Sonra Konya’da saha buzlu gitmez, deplasmana gitmez... O zaman insan, ‘O kaç lira alıyor, ben kaç lira alıyorum. O Konya’ya gelmedi. Ben geldim. O oynamıyor. Ben oynuyorum’ diye düşünüyor ve etkileniyor” dedi. Kazanılan şampiyonluklarda hep bir ‘ruh’tan bahsedildiğini ama bu ruha dahil olan yabancı oyuncuya hiç rastlamadığını sözlerine ekledi.
“Biz bütün bunları klişe zannediyorduk, meğer hepsi gerçekmiş” ruh halinde dinledik. Hadi Erman Toroğlu yoruma yer bırakmayacak kadar net bir şekilde “Gidin adamın bacağını kırın” diyordu da Hakan Şükür’ü hangi kategoriye koymalıydık acaba? Kendisine atfedilen bütün ‘hizipçiliği’ kendi ağzıyla itiraf etmesini üzülmeden seyretmeli miydik? Futbolcular kontratlarını (bile) okumuyorlarsa bunun suçlusu da biz miydik? Yoksa koşmaktan nabız 180 atar, beyne oksijen gitmezken, bir yandan da takım arkadaşını yan gözle keserek “O kaç alıyor, ben kaç alıyorum?” diye düşünebiliyor yetenekte, onlara özellikle pas atmıyor beceriklilikte olmalarını takdir mi etmeliydik? Belki de takım içinde takım yaratmaktan, yabancıları takımdan saymamaktan, sen-ben ayrımı yapmaktan, genç Türk futbolcuları isyana teşvik etmekten suçlu bulup sadece ayıplamalı mıydık? Ya da kendisi de birden fazla ülkede ‘yabancı’ olmuş ve o ya da bu sebeple yapamamış birinin bilinçaltı yansımaları olarak ilgiyle dinlemekle mi yetinmeliydik?
Geçen sene yediği tekmelerden hayata küsmüşken kimse kendisi hakkında bu kadar konuşmayan Lincoln meğer nelere kadirmiş, bu sayede onu da anladık.
Üyesi olduğum bir mail liste düşen mesajı konuyla ilgili en iyi yorum olarak aynen alıntılıyorum: “Lincoln’un top sektirdiği dünkü maçtan sonra Futbol Federasyonu acilen toplansın ve desin ki gol sonrası yengeç dansı yapmak, gol sonrası tribünlere sus işareti yapmak, kucağında bebek varmış gibi kolları sağa sola sallamak, röveşata ile gol atmak veya buna teşebbüs etmek, bacak arası atmak veya denemek, topu rakibin sağından atıp solundan geçmek, kaleye 25 metreden daha uzak yerden saatte 70 km hızı geçebilecek ve üç direk arasını hedefleyen rakibi aşağılayıcı şut atmak ikinci bir emre kadar yasaklanmıştır.” Evet, aynen böyle desin ki cümleten rahatlayalım...
not: Bu yazı 2 Aralık 2008 tarihinde Radikal gazetesinde yayımlanmıştır.
not2: Bundan böyle her çarşamba bir futbol yazısını bu köşeye taşıyacağım . İyi okumalar.
Post a Comment